Sunday, September 30, 2007

Ben takım adamı değilim ki, mahallenize taşınıp gol atayım

Geçtiğimiz hafta sonu Sabah'ın Cumartesi ekinde Sami Tosun adlı (ya da mahlaslı mı demeli? Tosun sülalesi pek geniştir ne de olsa bu memlekette...) bir arkadaşın yazdığı "Bu da bizim mahalle takımı" başlıklı yazıda adıma rastlayınca cevap vermeden edemedim. (Yoksa çatlamamı mı tercih ederdiniz?)
"Ulusalcı'ların, 'liberal'lerin takımı olur da, 'Ne olduğu belirsizler' ya da 'Ne olacağına karar veremeyenler'in takımı olmaz mı?" şeklinde başlayan yazıda Tosun Birader'in oluşturduğu yeni gazeteciler takımında adım "Internet medyasını atlamamak lazım; Medyatava'dan Atilla Aydoğdu pekala bizim takımda oynayabilir" şeklinde anılmaktadır. (Bu arada beni yazıdan haberdar eden i. cakir nickli arkadaşın mail'ine subject olarak "bir şey olamayanlar takımı" cümlesini tercih etmesi ne kadar manidardır, artık orasını takdir edemeyeceğim...)
Yazıda adı geçen diğer isimlerle aynı mahallede oturmadığımdan ve söz konusu satırların mes'ulü Tosun Birader'le herhangi bir umumi mekanda bugüne kadar hiç karşılaşmadığımdan dolayı, daha da önemlisi her hangi bir takımda yer alacak dirayetli bir kişiliğe sahip bulunmadığımdan kaynaklanan şahsi sebeplerle, her ne kadar yukarıda belirtilen tanımlamalar içinde yer alıyor sayılsam da, işbu takımda yer almaktan imtina ettiğimi beyan etmek isterim.
İstediğimi de beyan etmekte üzerime yoktur.
Ha bu da böyle biline!

Thursday, September 27, 2007

Öp beni öp beni öp... Doyasıya...


Ajda Pekkan'dan sonra sıra büyük olasılıkla Erol Büyükburç'a gelecek demiştim. O büyük olasılık gereği hakikaten de sıra Erol Büyükburç'un plak kapakları ve sinema afişlerine geldi. Nerede? Ah nerede vah nerede?

Memleketimden evvel memleketimin güzide dizileri muasır medeniyetler seviyesine erişti (ya da bana öyle geliyor)

Muasır medeniyetlere ulaşma yolunda Çetin Altan’nın memleketimiz için belirlediği hedeflerden biri de “köylerde piyano çalan kızlarımız”ın mevcudiyetiymiş… Bu hedefe toplum olarak ulaşmamız biraz vakit alacağından, yerli diziler bizim yerimize şimdilik gönüllü olmuş durumdalar. Artık memleketimin birbirinden kıymetli dizilerinde çocuklarımız gecenin üçü demiyor, sabahın beşini beklemiyor, oturuyorlar piyanonun başına, başlıyorlar hep aynı teraneyi terennüm etmeye... Nasıl mı? İşte böyle...

Dinlemek yetmez, bazen de müziği okumak lazım!

Billboard'un Ekim sayısında yayınlanacak olan köşe yazımı taze taze, daha basılmadan, sizlerle aşağıda buluşturuyorum. Böyle köşe yazarı bulmak kolay mı mirim? Ama kıymetini bilecek medya nerdeeee?

Müzik dinlemek varken, insan neden otursun da müzik üzerine yazılan kitapları okusun diyebilirsiniz. O arkadaşlar bugünlük kafadan izinli benden… Zira eline bir roman alıp okuduğu son 20 yılda görülmemiş biri olarak ben, müzik dinlemek kadar, müzik tarihi üzerine yazılmış kitapları da okumayı seviyorum. Hele o kitaplar ülkemizin hafif Türk pop tarihine dairse deymeyin keyfime…

Gençlere kötü örnek olmak istemem; ama dürüst olmak gerekirse epey uzun süre önce kitap okumayı bıraktım. Daha açıkçası; okumayı bıraktığım kitaplar, kurgulanmış olanları. Romanlar, hikâyeler ve özellikle de denemeler… Nedenlerini burada tartışacak ya da savunacak değilim. Benimle aynı görüşte olmayanlar gider istedikleri kitapları, haftada 2 çarpı ömür boyu hesabıyla okumayı sürdürürler. Bakalım son noktada okudukları kitaplar, okumadıklarının yanında hangi yüzdeyle yer alacak.

BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ, GÖRDÜN MÜ?

Hemen “kitap düşmanı” damgasını yapıştırıp ortalığı velveleye vermeyin. İçinizi rahatlatacaksa hemen itiraf edeyim; hâlâ okumayı bırakmadığım kitap çeşitleri mevcut şu hayatta. Mesela müzikle alakalı olan kitaplar hâlâ ilgimi çekmeye devam ediyor. Özellikle Türk pop müziğinin geçmişine ait belgeleri içinde barındıranları… Türk pop müziği tarihi deyince akla gelen ilk isim, bu işin tam anlamıyla “kitabını yazmış” biri yani Naim Dilmener geliyor. Onun 2003’te ilk baskısı yapılan “ansiklopediler kadar derin, çizgi romanlar kadar serin” kitabı “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”, ülkemiz hafif Türk pop tarihinin unutulmaya yüz tutmuş sayfalarını gün ışığına çıkarmıştı. Dilmener’in bu başucu kitabı bugüne kadar üç baskı yapmış olmasına rağmen toplamda sadece ve sadece iki bin kişiye ulaşmış durumda.

HÜR DOĞDUM HÜR YAZARIM, SANA NE?
Naim Dilmener’in birkaç ay önce yayınlanan yeni bir kitabı daha var: “Hür Doğdum Hür Yaşarım”. Müzik marketlerin kitap reyonlarında rahatlıkla bulabileceğiniz bu kitabında Dilmener, “Bilinen ve bulunabilen en fanatik hayranı” olarak Ajda Pekkan’ın hayatını anlatıyor. Ajda’yı anlatırken, ülkemiz tarihinin son 40 yılına da bir güzel ayna tutuveriyor. Gerçi hayatının ele alındığı kitapta “sadece istediği şeyler”in değil, hatırlanmasını istemediklerinin de ortaya serildiğini gören Süperstar tarafından daha sonra mahkemeye de verildi Naim kardeşim ama ben eminim; o hayranı olduğu Süperstar’ını çoktan affetmiştir. (Herkes benim gibi ‘deve kini’ güdecek değil ya kendisine yanlış yapanlara… Dünyaya biraz da iyilik lazım!)

HEY GİDİ GÜNLER, HEY!
Naim Dilmener’in kitaplarını hazırlarken yararlandığı kaynakların başında hiç kuşku yok ki “70’li yılların en güzel müzik dergisi Hey” geliyor. Bilmeyenler için belirteyim; Hey, her hafta düzenli olarak yayınladığı Billboard listeleriyle ülkemiz insanını dünyayla buluşturmayı başarmış bir dergiydi. Hey’i hiç görmemiş Billboard okurları için hemen müjdeyi vereyim: Derginin son genel yayın yönetmeni Hulusi Tunca, bu ay piyasaya bir kitap çıkarıyor. 20 Eylül 1976 tarihli Hey’in kapak olarak seçildiği kitabın adı: “Hey Gidi Günler Hey”. Kitapta o yıllarda Hey’de yayınlanmış “Hulusi Tunca röportajları” kronolojik olarak sıralanmış. Ama sadece bununla yetinmemiş Tunca, o röportajların arasına zaman zaman “Back To Future” yöntemi uygulamış ve günümüzden notlar yerleştirmiş. Ayrıca her röportajın altına o haftaki Hey listelerinde ilk 10’da yer alan şarkıları da sıralamış. Alt başlık olan “Bir Best Offf Çeksem: 70’li Yıllar”dan da anlaşılacağı üzere kitap 70’li yılların yazılarıyla sınırlı. Umarım en kısa zamanda 80’li yıllardaki yazılarını da gün ışığına çıkarır sevgili Hulusi ağabey…