Showing posts with label billboard. Show all posts
Showing posts with label billboard. Show all posts

Monday, June 09, 2008

Doğru kanaldan bağlan...


“Mankenden şarkıcı olur mu olmaz mı, olur mu olmaz mı?” tartışmaları biliyorsunuz Demet Akalın sayesinde tarihe gömüldü. Sonuç; mankenden şarkıcı olur da, olmaz da, olur da olmaz da… Zira şarkı söylemenin kıstası daha önce yapılan işler- meslekler değil, sizin müzik kabiliyetinizdir ne de olsa. Demet Akalın çok satan albümlerinin formülünü tekrar tekrar kullanadursun (nereye kadar, bekleyip göreceğiz) podyumlardan bir başka isim, Ayşe Hatun Önal da üç-dört yıldır bir türlü tamamlayamadığı albümünü nihayet piyasaya çıkarabildi. Bendeniz kendisinin “Çeksene Elini Kırıcan mı Belimi” şarkısının fanatik bir hayranıyım, öncelikle belirteyim. (Hamurumda ayılık olduğundan mıdır acaba?) Bu yüzden üç yıldır Ayşe hanımın yeni şarkılarını merakla bekliyordum. Benim ne kadar menfi ve burunkıvıran biri olduğumu bilenler şimdi yine dalga geçiyorum sanabilirler. Ama hakikaten merakla bekliyordum bu albümü. Merakım başıma bir iş açmadan nihayet dinleyebildim neyse ki… Albümü çokça dinleyip, epey de sevdim baştan belirteyim. Özellikle “Kalbe Ben”, “Bırakma Beni” ve “Doğru Kanaldan Bağlan” şarkılarına bayıldım. Ama artık anlamışsınızdır; ne kadar beğenirsem beğeneyim ille de bir şeylere kulp takmazsam rahat edemem. (Hamurumda ayılık olduğundan mıdır acaba?)

SUSTUYSAN BİR SEBEBİ OLMALI
“Sustuysam” albümündeki bütün şarkı sözleri Ayşe Hatun’a ait, hatta 11 şarkının beşinin bestesinde ortak imzası var. Bunu görünce “İşte” dedim; “kimsenin kapısında yatmayan, ille de beste bulacağım diye kendini harap etmeyen, kendi kapasitesine güvenen, farklı olmak isteyen biri nihayet çıktı” dedim. Fakat ne oldu dersiniz; hemen akabinde Ayşe Hanım’ın basında röportajları peş peşe röportajlarını okumaya başladım. Efendim; kendisinin en büyük hayali Sezen Aksu’dan bir beste almakmış. (Ne de olsa bir Sezen şarkısı okumazsanız adamdan sayılmıyorsunuz müzik piyasasında.) Bizim dergide yayınlanan geçen ayki röportajda da “Ülkemizin ilk elektronik single’ının kendisine ait olduğu”nu söylüyordu. (T-Express’in ve Erol Temizel’in kulakları çınlasın.) Türkçe Pop müzik piyasasının ve dolayısıyla şarkıcılarımızın bir türlü atlatamadığı iki hastalık şimdiden Ayşe hanıma bulaşmış görünüyor. Bu hastalıklardan ilki; “Sakın ola kendi içindeki sesi dinleme, herkes nereye nasıl gidiyorsa sen de oraya o şekilde git”, ikincisi de; “Her ne halt yediysen, ülkemizde o haltı ilk sen yemişsin gibi konuş”tur. Eli yüzü düzgün bir albüm yapanların bile bu hastalığa yakalanma sebebinin, yaz ayları geldiğinde güneş altında fazlaca dolaşmaları olduğunu tahmin ediyorum. İyi bir tahmin ediciyimdir, onu da hatırlatayım!

Thursday, September 27, 2007

Dinlemek yetmez, bazen de müziği okumak lazım!

Billboard'un Ekim sayısında yayınlanacak olan köşe yazımı taze taze, daha basılmadan, sizlerle aşağıda buluşturuyorum. Böyle köşe yazarı bulmak kolay mı mirim? Ama kıymetini bilecek medya nerdeeee?

Müzik dinlemek varken, insan neden otursun da müzik üzerine yazılan kitapları okusun diyebilirsiniz. O arkadaşlar bugünlük kafadan izinli benden… Zira eline bir roman alıp okuduğu son 20 yılda görülmemiş biri olarak ben, müzik dinlemek kadar, müzik tarihi üzerine yazılmış kitapları da okumayı seviyorum. Hele o kitaplar ülkemizin hafif Türk pop tarihine dairse deymeyin keyfime…

Gençlere kötü örnek olmak istemem; ama dürüst olmak gerekirse epey uzun süre önce kitap okumayı bıraktım. Daha açıkçası; okumayı bıraktığım kitaplar, kurgulanmış olanları. Romanlar, hikâyeler ve özellikle de denemeler… Nedenlerini burada tartışacak ya da savunacak değilim. Benimle aynı görüşte olmayanlar gider istedikleri kitapları, haftada 2 çarpı ömür boyu hesabıyla okumayı sürdürürler. Bakalım son noktada okudukları kitaplar, okumadıklarının yanında hangi yüzdeyle yer alacak.

BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ, GÖRDÜN MÜ?

Hemen “kitap düşmanı” damgasını yapıştırıp ortalığı velveleye vermeyin. İçinizi rahatlatacaksa hemen itiraf edeyim; hâlâ okumayı bırakmadığım kitap çeşitleri mevcut şu hayatta. Mesela müzikle alakalı olan kitaplar hâlâ ilgimi çekmeye devam ediyor. Özellikle Türk pop müziğinin geçmişine ait belgeleri içinde barındıranları… Türk pop müziği tarihi deyince akla gelen ilk isim, bu işin tam anlamıyla “kitabını yazmış” biri yani Naim Dilmener geliyor. Onun 2003’te ilk baskısı yapılan “ansiklopediler kadar derin, çizgi romanlar kadar serin” kitabı “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”, ülkemiz hafif Türk pop tarihinin unutulmaya yüz tutmuş sayfalarını gün ışığına çıkarmıştı. Dilmener’in bu başucu kitabı bugüne kadar üç baskı yapmış olmasına rağmen toplamda sadece ve sadece iki bin kişiye ulaşmış durumda.

HÜR DOĞDUM HÜR YAZARIM, SANA NE?
Naim Dilmener’in birkaç ay önce yayınlanan yeni bir kitabı daha var: “Hür Doğdum Hür Yaşarım”. Müzik marketlerin kitap reyonlarında rahatlıkla bulabileceğiniz bu kitabında Dilmener, “Bilinen ve bulunabilen en fanatik hayranı” olarak Ajda Pekkan’ın hayatını anlatıyor. Ajda’yı anlatırken, ülkemiz tarihinin son 40 yılına da bir güzel ayna tutuveriyor. Gerçi hayatının ele alındığı kitapta “sadece istediği şeyler”in değil, hatırlanmasını istemediklerinin de ortaya serildiğini gören Süperstar tarafından daha sonra mahkemeye de verildi Naim kardeşim ama ben eminim; o hayranı olduğu Süperstar’ını çoktan affetmiştir. (Herkes benim gibi ‘deve kini’ güdecek değil ya kendisine yanlış yapanlara… Dünyaya biraz da iyilik lazım!)

HEY GİDİ GÜNLER, HEY!
Naim Dilmener’in kitaplarını hazırlarken yararlandığı kaynakların başında hiç kuşku yok ki “70’li yılların en güzel müzik dergisi Hey” geliyor. Bilmeyenler için belirteyim; Hey, her hafta düzenli olarak yayınladığı Billboard listeleriyle ülkemiz insanını dünyayla buluşturmayı başarmış bir dergiydi. Hey’i hiç görmemiş Billboard okurları için hemen müjdeyi vereyim: Derginin son genel yayın yönetmeni Hulusi Tunca, bu ay piyasaya bir kitap çıkarıyor. 20 Eylül 1976 tarihli Hey’in kapak olarak seçildiği kitabın adı: “Hey Gidi Günler Hey”. Kitapta o yıllarda Hey’de yayınlanmış “Hulusi Tunca röportajları” kronolojik olarak sıralanmış. Ama sadece bununla yetinmemiş Tunca, o röportajların arasına zaman zaman “Back To Future” yöntemi uygulamış ve günümüzden notlar yerleştirmiş. Ayrıca her röportajın altına o haftaki Hey listelerinde ilk 10’da yer alan şarkıları da sıralamış. Alt başlık olan “Bir Best Offf Çeksem: 70’li Yıllar”dan da anlaşılacağı üzere kitap 70’li yılların yazılarıyla sınırlı. Umarım en kısa zamanda 80’li yıllardaki yazılarını da gün ışığına çıkarır sevgili Hulusi ağabey…

Sunday, August 05, 2007

Köşe yazarı olmanın yararları ve zararları

Bu ayki Billboard'da yayınlanan köşe yazımın (öhhö öhhö...) kesilmemiş versiyonu aşağıda yer alıyor arkadaşlar...

Liste yapmanın yararları ve zararları
Billboard’un dilimizdeki anlamı “ilan tahtası” demek, biliyorsunuz. “Kayıp aranıyor” ya da “Köpeğimi bulana gül bahçesi vaat ediyorum” tarzı ilanlar değil sözünü ettiğim… Bir şeylerin kendi aralarında tasnif edilip, sıraya dizildikleri sonuçlar... Bu ilan tahtasının adı “Billboard müzik dergisi”yse eğer, takdir edersiniz ki birbiriyle yarışanlar her daim şarkılar ve şarkıların yer aldığı envai çeşit eserler oluyor. Benim her ay birbiriyle alâkasız yapıtları birbiri ardına sıralamamın nedenine gelince… İşte o tarifsiz bir “görev aşkı”ndan kaynaklanıyor.

Bu ay listeleme hadisesini daha geniş bir çerçeveden ele alıp, olayı 10 yıllık dilimlere yaydım. Maksat bu satırları okuyanlara “Yuh artık! Onun hakkı değil, benim sevdiğim şarkının hakkıydı birincilik” dedirtmek. Listelerin en büyük yararı da budur zaten; polemik yaratırlar. Kimsenin zevki diğerininkine benzemez ne de olsa. Ortada kesin satış rakamları dahi olsa -ki ülkemizde bu kesinlik hiçbir zaman elde edilemeyen bir meseledir- ortaya çıkan sonuçların herkesi birden tatmin etmesi imkânsızdır. Bu yüzden her liste, biraz da kendini belirleyen(ler)in aynası sayılır.
Gelelim bu ayki listelerimin konusuna… Bu ay sizler için 1960’lardan başlayarak, günümüze kadar her 10 yıla damgasını vurmuş (bana göre tabii ki) yabancı şarkıları seçtim. (Gelecek ay kim bilir belki de yerli şarkılara yöneltirim oklarımı…) O şarkıların isimleri aşağıdaki beş ayrı zaman diliminin içinde yer alıyor. İnanmayacaksınız ama ilk kez bencillik yapmayacağım ve sizin de bu konudaki seçimlerinize kulak kabartacağım. İsteyen arkadaşlar, kendi listelerini yukarıda yer alan mail adresime atabilirler, isteyenlerse www. atillaaydogdu. blogspot. com adresine girerek bu yazının yer aldığı entry’nin altında göreceği yorum kısmına listelerini bırakabilir. Bu arada başka konularda da kendi listelerinizi yapıp bana gönderirseniz, ileriki sayılarda hem onları yayınlama fırsatımız doğar, hem de kim hangi konuya takıp üstüne bi’ güzel de sıralamış anlamış oluruz. Unutmayın; liste yapmak özgürlüktür arkadaşlar! Bu yüzden sıralayın gitsin…

1960’LAR: 60’lı yıllara damgasını vuran şarkı, doğal olarak hem o 10 yıla, hem de müzik tarihine damgasını vurmuş bir gruptan gelmeliydi. Ben de öyle yaptım ve The Beatles’ın “She Loves You”sunu seçtim. Bu şarkının Türkçe versiyonuna eski yerli filmlerde rastlayanınız olmuşsa “She Loves You Yeah Yeah Yeah” mısralarının nasıl da “Fasulye ye ye ye”ye dönüştüğünü gayet iyi bilir.

1970’LER: 70’li yılların, özellikle ikinci beş yıllık diliminde, insanlar gözleri parlak disko ışıklarından kamaşmış bir halde, sol elleri bellerinde, sağ işaret parmakları tepelerinde, çılgınca dans ettiklerini sanıyorlar, kısacası ne yaptıklarını pek de idrak edemiyorlardı. Diskoların tepesinde yer alan yanar-döner topların en çok ışıldattığı şarkı da bana kalırsa Gloria Gaynor ve hâlâ her yerde çalmaya devam edip duran şarkısı “I Will Survive” oldu. Bizim Süperstar’ımız Ajda ise, Fikret Şeneş’in harika Türkçe sözleri sayesinde bu şarkıyla “Bambaşka Biri” olup çıkıverdi.

1980’LER: 80’li yıllar kimine göre kabus, kimine göreyse eşi benzeri olmayan bir 10 yıl oldu. 80’ler tüm dünyada aynı anda hit olan şarkıların 10 yılıydı bir anlamda… Madonna’yı yeni yeni tanıdığımız, Michael’a global bir törenle taptığımız, Pink Floyd’dansa ufak ufak kaçtığımız 80’ler deyince benim aklıma gelen ilk şarkı “Billie Jean”… Söyleyense Maykılcaksınımız…
1990’LAR: 90’lı yılların tartışmasız galibi “Smells Like Teen Spirit” tabii ki. Nirvana üçlüsünün, erken kaybettiğimiz ve belki de bu yüzden sonsuza dek yakışıklı kalacak olan Kurt Cobain’in bu şarkısının üzerine koca 10 yıl içinde tek taş koymayı başaran sadece Radiohead çıktı belki ama bu ayki konumuz şarkılar ve Nirvana bu alanda her daim en büyük!

2000’LER: Henüz ilk yedisini devirmeye hazırlandığımız Milenyum’un ilk 10 yılında benim aklımda kalan üç-beş şarkının başında şimdilik “Crazy” geliyor. Gnarls Barkley’in, “sadece download edilerek listelerin başına yerleşen ilk şarkı unvanı”nı elinde tutan “Crazy”si, tıpkı Hababam Sınıfı müzikleri gibi yavaş çalınınca hüzünlendiriyor, hızlı çalınca insanı neşelendiriyor. Haksızsam siz söyleyin…

Sunday, July 22, 2007

Peki ama bu hangi "Zamanın Ruhu"?

Onlar, Batman & Robin’in soundtrack’i için yaptıkları şarkılarında "başlangıcın sona, sonun da başlangıca tekabül ettiği"ni ileri sürmüşlerdi. 2000 yılında sadece İnternet üzerinden yayınladıkları "Machina II"den sonra yollarını ayıran Smashing Pumpkins elemanları, kendi kehanetlerinin doğruluğunu ispat etmek için belki de, yeniden bir araya geldiler. Yeni albümlerinin adı "Zeirgeist". Yani "Zamanın Ruhu"… Albümü dinledikten sonraysa akıllara takılan soruysa şu: Peki ama bu hangi zamanın ruhu?

Smashing Pumpkins - Zeitgeist
Internet üzerinden yayınlanan ilk “bedava” sanal albümün sahibi olan Smashing Pumpkins’in yedi yıllık bir aradan sonra yayınladığı ilk çalışma “Zeitgeist”ı bugünlerde Internet’ten bedava indirmeye kalkarsanız işiniz zor. Grubun yeni plak şirketi The Matrix’teki sentineller gibi harıl harıl web sitelerini arıyor ve gördükleri her yerde albümün sanal âlemdeki yansımalarını imha ediveriyorlar. 2000 yılında benzer bir mücadeleye Metallica ve plak şirketi de girişmiş, o günlerin en popüler tartışmasına dönüşen Napster davasını kazanmış olsalar bile uzun vadede her şey Metallica’nın aleyhine işlemişti. Rock dinleyicileri kendilerinden çok plak şirketlerini düşünen grupları kolay hazmedemiyor anlayacağınız…
Smashing Pumpkins’in ‘comeback’ albümünün adı “Zeitgeist” demiştik… Zeitgeist Almanca kökenli bir terim. Anlamı “Zamanın Ruhu”na denk düşüyor bizim dilimizde. Genellikle sanat arenasında kullanılan bir kavram “Zeitgeist”. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru işle ortaya çıktınız mı, siz zamanınızı yansıtıyorsunuz, zaman da sizi ileriye yansıtıyor diyebiliriz kısacası… 90’lı yılların ikon isimlerinden Smashing Pumpkins’in doğru zamanda, doğru mekânda, doğru albümle bulunduğunu söylemek ise çok zor. “Zeitgeist”ta temas edilen her bir no(k)ta grup (ve sonrasında Bill Corgan’ın bizzat kendisi) tarafından bir daha üzerinde ot bitmemek üzere viran eylenmişti. Albümde yer alan 12 şarkının tamamının tek başına Billy Corgan’a ait olması insanın aklına ister istemez “Corgan, acaba ikinci solo albümünü yapmak yerine eskiden geçer akçe olan bir markanın ardına sığınmayı mı seçti?” sorusunu getiriyor. Albümü dinleyip bitirdiğinizdeyse gelip de kafanıza üç kere vuranın zamanın ruhundan çok, yolun sonuna geldiği halde gitmek bilmeyen bir hayalet olduğunun farkına varıyorsunuz. 5 üzerinden 2

Smashing Pumpkins'in önceki albümlerine dair ahkâm kesmeler Billboard Türkiye'nin 2007 Ağustos sayısında...

Tuesday, July 03, 2007

Ben bu Top 5 olayını pek sevdim yahu!

Basındaki mazim epey eskidir ama köşe yazarlığım bundan üç sene öncesine dayanır. (Çok lazım ya bu bilgiler, bu yüzden veriyorum.) İlk olarak Birgün gazetesinde yazarak başladım köşe yazarlığına, sonra da Akşam'a geçtim. Akşam'daki ilk bir yılımda hiç bir yazımda resmim yayınlanmadı; bir karikatür olarak varlığımı sürdürdüm. (Hatta bu yüzden o yazıları benim gibi yeni biri değil de, başka bir yazarın takma isimle yazdığını düşünenler bile olmuştu.) Akşam'daki ikinci yılımda karikatürlükten kurtuldum. Tam "artık ben de adam olucam!" diye sevinirken, bu kez Akşam^dan ayrılıp Billboard'a geçtim. Billboard'un ikinci sayısından itibaren yine karikatüre dönüşmüş buldum kendimi. İşte Billboard'daki karikatür halim yukarıda. Beni tek mutlu eden olay; aynı dergide yazan şarkıcı Teoman'ın karikatüründe benimkinde daha çirkin çıkmış olması. Yoksa vallaha ben böyle çöpten bir adam değilim. Etli-butlu biriyim. (Herkesin aksine ben kilo almak isteyen ve fakat bir türlü 90 kiloyu aşamayan bir şahısım.) Her neyse... Billboard'un Temmuz sayısındaki köşe yazımda bu kez "Kadri kıymeti bilinmemiş şarkılar"ı sıraladım. İsteyen tıklasın okusun diye sayfanın jpeg halini de yazımın içine iliştirdim. Benden bu kadar...

Yolum uzun, şarkılar kısa... Ben n'apiim?

Billboard dergisindeki "konuk yazarlığım"ız sürüyor. Bu ay kendi sayfalarım dışında bir de Zeynep (Yayınoğlu) arkadaşımın hazırladığı sayfalarında yer alıyorum. 70 şarkıdan beşi benim tarafımdan seçilmiş durumda sizin anlayacağınız... Yazıyı basılı halde okumak isteyenler buraya tıklayabilirler. Yok ben ille de text'ini okuyacağım diyorsanız, o zaman burdan buyrun...

İŞTE BENİM TOP 5 YOL ŞARKIM:
YOU KNOW I’M NO GOOD – AMY WINEHOUSE
Bugünlerde yola koyulduğumda kulaklarımda sabit kalmasını istediğim tek şarkı. Amy’nin sesi, tıpkı Anita Baker, Alison Moyet ya da bizim Akrep Nalan’ın sesi gibi direkt içime işliyor benim. Şarkıysa ilk dinlediğinizde size tanıdık gelen ancak nereden tanıdığınızı asla bulamadığınız şarkılardan... Yani “kusursuz bir pop şarkısı”...
IN YOUR ROOM – DEPECHE MODE
Yola çıkmaya mecbursanız yapabileceğiniz en iyi şey “zevk almak”tır. Bunun için de kulağınızda sizi gaza getirecek, o anı yaşanmaya değer kılacak şarkıların olması en iyi çözüm olabilir. DM’un “In Your Room”u her dakika yükselen temposuyla bu şarkıların başında geliyor.
A SONG FOR THE LOVERS – RICHARD ASHCROFT
The Verve dağıldıktan sonra grubun solisti Richard Ashcroft pek de takdir edilmeyen bir solo albüm yaptı. “A Song For The Lovers” işte o albümün ilk şarkısı ve ne zaman dinlesem bana yola koyulma vaktinin geldiğini hatırlatır. Hayat kısa, yollar uzun, bir an önce sevmek lazım!
TIME IS RUNNING OUT – MUSE
Yolda giderken Muse dinlemek insanın iki farklı yöne dağılması için bire birdir. Yolunuzu çok çabuk katetmenize vesile olabilir; lakin gideceği yere varan kişi, yola koyulan mıdır, işte orası muallak!
GOD IS A DJ – FAİTHLESS
Yolların kısalmasını istiyorsanız Faitless şarkılarına başvurun. Sadece “God Is A DJ” değil, grubun diğer hit şarkıları da bu iş için biçilmiş kaftan sayılır. Hayat kısa, yollar uzun, hayatın ritmiyle dans etmek lazım!

Saturday, June 23, 2007

Beastie Boys buraya, eller havaya

İlk yazı olarak Billboard Türkiye dergisinin "Efsaneler" sayfasında yer alacak olan Beastie Boys yazımı koyuyorum buraya... Yazıyı buraya koyduğum günden bir hafta evvel grup Efes Pilsen One Festival kapsamında Parkorman'da bir konser verdi. Ben tabii ki gitmedim. Konserleri sevmem. Konserleri sevenleri de sevmem aslında. (Aman ne çok sevmediğim şey var bu dünyada... Say say bitmiyorlar.) Her neyse aşağıdaki yazıda benim laubali tavırlarımla karşılaşmayacaksınız merak etmeyin. Ama zevk alır mısınız? Hiç tahmin etmem. Artık kusura bakmayın, blog ziyaretçisi umduğunu değil bulduğunu okur. Aman okusun da, o da yeter adam olana. (Ben adam sayılır mıyım? Pek sanmıyorum, galiba beni tanıyanlar da aynı fikirde...)
Dünün yeni yetmeleri, bugünün profesörleri
Beastie Boys elemanları yola koyulduklarında ortada ne Eminem vardı, ne 50 Cent ne de Jay-Z... Run DMC’den aldıkları ilhamla (ve prodüktörleri Rick Rubin’le) rap bayrağını zirveye diken grubun yeni albümü daha önce de açılmış oldukları daha derin sularda yol alıyor. Yeni albümlerinde hip-hop’tan öte bir Beastie Boys var desek hani, yeridir...

The Mix-Up
Hip-hop’un rengi siyahtır, malûm. Kaderin cilvesine bakın ki Billboard listelerinde 1 numaraya çıkmış ilk 45’lik (Blondie’nin “Rapture”ı) gibi 1 numara olmayı başaran ilk albüm de siyahî sanatçılardan birine değil, üç beyaz delikanlıdan müteşekkil bir gruba ait. O grubun adı; Beastie Boys. Grup geçtiğimiz ay Efes Pilsen One Love Festival kapsamında ilk kez ülkemizde konser verdi, gidenleriniz olmuştur. Belki onlara artık birer delikanlı diyemeyiz ama orta yaşlarına henüz yeni adım attıkları da aşikar! Onları böylesine genç kılan şey müzikleri aslında. Yıllardır sürekli kendilerini kesip biçen, basma entariden sadrazam kavuğu yaratabilecek yetenekte adamlar onlar. O ilk yıllarında olduğu gibi otel odalarının altını üstüne getirmekten çok çabuk vazgeçtiler üstelik. Daima bir mesafe koydular kendileriyle müzik çarklarının arasına, müzikleriyse her daim kendilerine özgü bir “humour” taşıdı. İroniye yenilmezseniz hiçbir şeye yenilmezsiniz; kanıtı Beastie Boys.
“The Mix-Up” aslında Beastie Boys’un daha önce çok benzerini yapmış olduğu tarzda bir çalışma. Yaklaşık 10 yıl önce yayınladıkları “The In Sound From Way Out” gibi “full”enstrümantal bir albüm. Ama onlar Beastie Boys işte; asla aynı sularda oyalanmıyorlar. Zira ilkinde daha önce yayınlanmış şarkılarını yeniden yorumlamışlarken, bu kez “full” yeni şarkılara yer vermişler albümlerinde... 12 yeni şarkı bize gösteriyor ki; dünün afacanları çoktan günümüzün ustaları olmuşlar. Onlara hip-hop yapıyorlar da diyemeyiz, jazz yapıyorlar da... Funk da onları tam anlamıyla ifade etmez, rock da... Zira bütün bu tarzların ötesinde bir Beastie Boys var ki, sadece müzik yapıyor onlar. Çıkartılmamış şapka kaldıysa, lütfen onlar da havaya...
5 üzerinden 4

Licence Too Ill
Bir başlangıç albümü için bundan iyisi Şam’da kayısı. Hip-hop tarihinin Billboard Top 200’de 1 numaraya çıkan ilk rap albümü. Yaratıcılarının siyahi değil de üç beyaz bacaksız olması çok ilginç. Beastie Boys’tan önce sadece Run DMC vardı. Her ikisinden önce ve arkalarında ise uzun sakallı derviş kılıklı usta prodüktör Rick Rubin... Albümün kapağı da unutulmazlar arasında. Bakmayın o uçağın güzelliğine, devamı arkasını çevirdiğinizde...
The Billboard 200: 1 Numara
En baba şarkı: No Sleep ‘Till Brooklyn
Alternatif: Fight For Your Right

5 üzerinden 5

Hello Nasty
Yirmili yaşlarına varmadan daha ilk albümleriyle turnayı gözünden vuran Beastie Boys üçlüsü, yıllar geçtikçe duruldu, daha oturaklı ve daha artistik işler yapmaya başladı. “Hello Nasty” grubun kreatif yönlerini en iyi sergiledikleri albüm sayılır. Grubun en büyük hit’lerinden biri olan “Intergalactic”in yanı sıra “Remote Control” ve “Body Movin” gibi unutulmayan şarkılar bu albümde.
The Billboard 200: 1 Numara
En baba şarkı: Intergalactic
Alternatif: Super Disco Breakin’

5 üzerinden 5

Paul’s Boutique
“Paul’s Boutique” ticari açıdan fiyaskoyla sonuçlansa da yıllar içinde albüme büyük haksızlık yapıldığı konusunda herkes hem fikir hale geldi. Prodüktör koltuğunda bu kez Rick Rubin değilhenüz o günlerde kadri kıymeti bilinmemiş The Dust Brothers (Fight Club’ın müziklerini hazırlamadan yıllar yıllar evvel) var. Şimdilerde bir çok eleştirmene göre gelmiş geçmiş en güzel Beastie Boys albümü “Paul’s Boutique”...
The Billboard 200: 14 Numara
En baba şarkı: The Sound Of The Science
Alternatif: Looking Down The Barrel Of A Gun

5 üzerinden 5

Check Your Head
“Paul’s Boutique”in ilk albüme nazaran yerlerde sürünen satışına rağmen Beastie Boys doğru bildiği yoldan sapmadı. İçlerinden gelen neyse onu ortaya koymaya devam ettiler. “Check Your Head” onların ana caddedeki mücadelelerine geri dönüş albümü oldu. İlk albgümün sertliği, ikincisinin derinliği yerini bu albümde meltem rüzgarlarına bırakmış gibiydi. İddiasız kendi halinde bir albüm olarak yayınlandı ama seveni sanılandan çok oldu.
The Billboard 200: 10 Numara
En baba şarkı: Pass The Mic
Alternatif: Namaste

5 üzerinden 4

Ill Communication
“Licenced Too Ill”den sekiz yıl sonra grubu yeniden Billboard listelerinin zirvesine taşıyan albüm. İlki gibi içinde taşıdığı “Ill”i dinleyene bire bir geçirmek konusunda çok başarılı oldu. “Ill Communication” kadar rap’i soul’un ruhuyla, jazz’ın maviliğiyle, Latinler’in ritimleriyle böylesine harmanlayıp üzerine bir tutam da punk tozu döken bir çalışma hâlâ yapılmadı. Grubun “ustalık sınavı”nı bu albümleriyle birincilikle geçtikleri inkar edilemez.
The Billboard 200: 1 Numara
En baba şarkı: Sabatoge
Alternatif: Get It Together

5 üzerinden 4

Some Old Bullshit
Beastie Boys, Beastie Boys olmadan evvel neye benziyordu merak edenler için kel başa şimşir tarak! “Some Old Bullshit”, grubun 1982’de henüz çaylaklık günlerinde yayınladıkları EP’leri “Polly Wog Stew” ile bir yıl sonra çıkardıkları “Cookie Puss” adını taşıyan single’larından seçilen şarkıların ağırlıkta olduğu bir albüm. Grubun ilk günlerinde hip-hop’tan çok hardcore’a daha yakın durduğunun da belgesi...
The Billboard 200: 46 Numara
En baba şarkı: Riot Fight
Alternatif: Beastie Boys

5 üzerinden 3

The In Sound From Way Out
“The Mix-Up”ın kendisinden 11 yaş büyük abisi. Albümde grup son iki albümlerinden seçtikleri şarkıları sadece enstrümanlarıyla ve de hip-hop’tan ziyade funk, soul ve jazz’a daha yakın bir platformdan yorumluyorlar. İkinci albümlerinden itibaren grubun yanında yer alan ve prodüksiyonlara ortak imza atan Mark Ramos Nishita ya da nam-ı diğer Money Mark bu albümde de ağırlığını koymuş.
The Billboard 200: 45 Numara
En baba şarkı: Groove Holmes
Alternatif: Namaste

5 üzerinden 4

Root Down
10 şarkıdan oluşan uzunca bir EP ya da kısacık bir LP diyebiliriz “Root Down”a... Grubun 1995 Amerika turnesi öncesi dinleyicileri ısındırmak için yayınlandı sayılır. Üçü dışında tamamı live kayıtlardan oluşuyor. O üçü de zaten “Ill Communication”da yer alan “Root Down” şarkısının bir orijinal, iki de remix versiyonu. Grubun tırnağına bile razı olanlar dışında çok da sempatiyle karşılanmış sayılmaz.
The Billboard 200: 50 Numara
En baba şarkı: Root Down (Free Zone Mix)
Alternatif: Root Down (PP Balcon Mix)

5 üzerinden 3

En iyileriyle...
Beastie Boys bugüne kadar iki adet “best of” çalışması yayınladı. Bunların ilki Millenyum’dan hemen bir sene öncesi piyasaya çıkan THE SOUNDS OF SCIENCE 1999/ 5 üzerinden 5 CAPITOL (The Billboard 200’de 19 numara). İçinde 80 sayfalık bir kitapçığın da yer aldığı bu double albüm, grubu ilk kez dinleyecekler için hem doyurucu hem de son derece zihin açısı bir çalışma. Grubun ikinci “best of”u ise SOLID GOLD HITS 2005/ 5 üzerinden 4 CAPITOL (The Billboard 200’de 42 numara) oldu. İlkinde 42 parça yer alırken bu kez sadece 15 şarkıya yer verilmiş olması albümü zayıf kılıyor.

Son olarak...
Beastie Boys elemanları, 25 yıla varan kariyerlerinde sadece altı adet stüdyo albümü yayınladı. Bunlardan ikinci ve üçüncü albümler hariç hepsi The Billboard 200’de zirveye yerleşti. Debut albümlerinin 1 numara olmasının ardından geçen yaklaşık 20 yıla rağmen son albümleri TO THE BOROUGHS 2004/5 üzerinden 4 CAPITOL da aynı başarıyı yakaladı. Hip-hop gibi her gün binlerce ismin yarışa kalkıştığı bir kurtlar sofrasında bu kadar uzun süre dimdik ayakta kalmak çok fazla sanatçıya nasip olmuş bir başarı değil. Ticari başarılarının yanı sıra müziklerinden de hiçbir zaman taviz vermemeleri onları daha da güzel kılıyor.