Sunday, July 22, 2007

Peki ama bu hangi "Zamanın Ruhu"?

Onlar, Batman & Robin’in soundtrack’i için yaptıkları şarkılarında "başlangıcın sona, sonun da başlangıca tekabül ettiği"ni ileri sürmüşlerdi. 2000 yılında sadece İnternet üzerinden yayınladıkları "Machina II"den sonra yollarını ayıran Smashing Pumpkins elemanları, kendi kehanetlerinin doğruluğunu ispat etmek için belki de, yeniden bir araya geldiler. Yeni albümlerinin adı "Zeirgeist". Yani "Zamanın Ruhu"… Albümü dinledikten sonraysa akıllara takılan soruysa şu: Peki ama bu hangi zamanın ruhu?

Smashing Pumpkins - Zeitgeist
Internet üzerinden yayınlanan ilk “bedava” sanal albümün sahibi olan Smashing Pumpkins’in yedi yıllık bir aradan sonra yayınladığı ilk çalışma “Zeitgeist”ı bugünlerde Internet’ten bedava indirmeye kalkarsanız işiniz zor. Grubun yeni plak şirketi The Matrix’teki sentineller gibi harıl harıl web sitelerini arıyor ve gördükleri her yerde albümün sanal âlemdeki yansımalarını imha ediveriyorlar. 2000 yılında benzer bir mücadeleye Metallica ve plak şirketi de girişmiş, o günlerin en popüler tartışmasına dönüşen Napster davasını kazanmış olsalar bile uzun vadede her şey Metallica’nın aleyhine işlemişti. Rock dinleyicileri kendilerinden çok plak şirketlerini düşünen grupları kolay hazmedemiyor anlayacağınız…
Smashing Pumpkins’in ‘comeback’ albümünün adı “Zeitgeist” demiştik… Zeitgeist Almanca kökenli bir terim. Anlamı “Zamanın Ruhu”na denk düşüyor bizim dilimizde. Genellikle sanat arenasında kullanılan bir kavram “Zeitgeist”. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru işle ortaya çıktınız mı, siz zamanınızı yansıtıyorsunuz, zaman da sizi ileriye yansıtıyor diyebiliriz kısacası… 90’lı yılların ikon isimlerinden Smashing Pumpkins’in doğru zamanda, doğru mekânda, doğru albümle bulunduğunu söylemek ise çok zor. “Zeitgeist”ta temas edilen her bir no(k)ta grup (ve sonrasında Bill Corgan’ın bizzat kendisi) tarafından bir daha üzerinde ot bitmemek üzere viran eylenmişti. Albümde yer alan 12 şarkının tamamının tek başına Billy Corgan’a ait olması insanın aklına ister istemez “Corgan, acaba ikinci solo albümünü yapmak yerine eskiden geçer akçe olan bir markanın ardına sığınmayı mı seçti?” sorusunu getiriyor. Albümü dinleyip bitirdiğinizdeyse gelip de kafanıza üç kere vuranın zamanın ruhundan çok, yolun sonuna geldiği halde gitmek bilmeyen bir hayalet olduğunun farkına varıyorsunuz. 5 üzerinden 2

Smashing Pumpkins'in önceki albümlerine dair ahkâm kesmeler Billboard Türkiye'nin 2007 Ağustos sayısında...

Monday, July 16, 2007

Dahiler Mars'tan, güzeller Venüs'ten... Jüri üyeleriyse muhtemelen çok uzak galaksilerden...

“Yasaklasak da mı seyretsek, seyretsek de mi yasaklasak” derken, “Güzel ve Dâhi” yarışmasının ikinci haftasında olaya dört kişilik bir jüri eklendi. Bize “Allahtan onlar kadar güzel değiliz” rahatlığı yaşatmayı hedefleyen programın ikinci haftasında bu kez güzeller değil, dâhiler başroldeydi. Jüri üyeleriyse her an rol çalmaya hazır göründüler. “Reality şov bağımlısı” bir TV eleştirmeni olarak (izlemekle yetinemediğinden) sizler için yazdım. (Yaparım arada böyle şeyler, siz bana bakmayın...)

Friday, July 13, 2007

Büyüksün Geogle!

Ahir zamanlar kılavuzu Google'a sık sık girip kendi adıma neler varmış kontrol ettiğimi söylemiştim. Bu kadar da "selffish" adamımdır yani... (Burcum da balık ne de olsa!) İşte böyle "gezelim görelim" turlarımdan birinde şu sayfaya rastladım. unique nick'li bir arkadaş şöyle demiş hakkımda (parantez içleri bana ait): "Korkunç bakışlı tv eleştirmeni, (zira gülersem ağzım açılır, ağzım açılırsa yandan yemiş dişlerim ortalığa saçılır diye kendimi kastıkça kasıyorum. Sadece TV'de değil, barda diskoda da yanıma gelip konuşmaya çekinir insanlar) yazılarında açtığı parantezlerle tanınır.. (Aaa! Külliyen yalan! Kim açıyor parantezleri hiç bir şekilde farkında değilim. Yalan söylüyorsam Bengü'nün şarkısı bu yazın hit'i olamasın hatta!) parantezle yazıya başladığı bile olmuştur.. (Yine yalan, yine yalan, yine yalan. Ben yazıyorum sadece sonra muhabir arkadaşlar masa başında kurguluyorlar laflarımı. O yüzden yani... Yoksa parantez- marantez sevmem, hatta ve illa da seveni de sevmem. Yalanım varsa Fatih Ürek'i bir daha hiç dinleyememeyim.) kendi ifadesine göre, eğer yazısının ilk paragrafında parantez açmamışsa o yazı sıkıcı olacaktır.. (Yazıyı arantezle başladık, parantezle bitirdik desene unique kardeşim. Unique nick'li bir- iki arkadaşım var ama sanırım sen bambaşka bir "bulunmaz hint kumaşısın"...)
Tabii sadece aleyhime işlemiyor Google hazretleri. Benim ennnnnn ennnnn sevdiğim insanların başında gelen, lakin şimdi uzak düştüğüm canım Nurdan Beşergil'in hazırladığı şu harika site de benim çoook eski bazı yazılarım yer alıyor. 90'lı yılların sonuna doğru çok gözde olduğu halde yayınına son veren web sitesi Araf'taki yazıları Nurdan üşenmemiş yeniden online eylemiş. Eline sağlık Nurdanım! O yazıları okuyunca eskiden ne de "içli bir çocuk" olduğumu siz de fark edeceksiniz. Ar damarım çatlamadan evvelki zamannlarda yazılmışlar. Şimdi otur da öyle bir yazı yaz deseniz hemen bir deve alıp antremanlara başlarım hendeğin başında...

Thursday, July 12, 2007

"Bakkal Şarkı" polemiğine son noktayı ben koydum...

İki yıl önce Gülşen’in “Of... Of...” şarkısına demediğini bırakmayan Bengü, şimdilerde Serdar Ortaç’ın “Bakkal şarkı” olarak nitelendirilen besteleriyle hit olmanın yollarını arıyor. Peki “Bakkal şarkı” nedir? Bütün bakkallar aynı müzik zevkine mi sahiptir? “Bu yazın hit şarkısı hangisi olacak?” Yine bir polemik... Yine bir son nokta... Ve ille de ben... İnanmayan buraya tıklasın, okuyup görsün... Yandaki kedi neyin nesi diye soran varsa, onlar da buraya buyursun!

Wednesday, July 11, 2007

İnsanlığa bir hizmetim daha olsun! E daha ne olsun?

Yıllardır üzerinde çalıştığım halde, bizim yerli dizilerin senaryoları gibi bir arpa boyu yol alamadığım bir işim var. Yola koyulurken Türk Pop Müziği'nin 40 yılını plak kapaklarıyla, diskografilerle, cicili bicili hazırlamayı düşünüyordum. Sonra olay dallandı budaklandı, ben duruma hakim olamamaya başladım. İşin ucunu bıraktım. Hayatımdaki hiçbir değeri, sahip olduğum hiçbir marifetimi, nakde çevirmeyi beceremediğim gibi bunda da çuvalladım. Ama elimdeki malzeme de öylesine CD'lerde, PC'lerde kayıtlı duruyor hâlâ. Blog sayfası açınca ben de "bari o güzelim kapakları buraya koyayım da, meraklısı olursa gelir bir gün bulur nasıl olsa..." dedim. Ancak onları bu ana sayfaya koymak yerine Heyoo adını verdiğim bir yan blog daha açmak daha pratik geldi. Türk Pop Müziği'nden seçtiğim ilk isimse Ajda Pekkan oldu. Ajda Pekkan'ın kendisine 40 yıldır pek ısınamamış olsam da şarkılarını severim. Özellikle sözlerini Fikret Şeneş hanımefendinin yazmış olduklarını... Yakın çevrem iyi bilir; bir kaç yıl uğraşarak bütün Ajda 33'lüklerinin CD boyutunda bire bir yeniden yaratıp onları Ajda BOX Set haline getirmişliğim de vardır. Ajda Pekkan'dan sonra sıra büyük olasılıkla Erol Büyükburç'a gelecek. Onunla ilgili anılarımı da bir dahaki sefere bırakıyorum. Bırakıyorum ama bıraktıklarım size emanet artık. Döndüğümde bıraktığım yerde bulamazsam hesabı sizden sorarım.

Friday, July 06, 2007

Banu Alkan bu filmlerin neresinde? Ya da Türk Sineması'nın...

Malûm Türk sinemasında Banu Alkan zirvede, geri kalanlarsa hep alt tabaka, hep alt tabaka... İnanmayan buyursun burdan yaksın.

Thursday, July 05, 2007

Hadi diyelim ki sen benim kim olduğumu biliyorsun...Peki bunların kim olduğunu da bilebilir misin bakalım?






soldan sağa, yukarıdan aşağıya sırayla: sixteen horsepower, black heart procession, talk talk, tindersticks, radiohead, mus, pixies, depeche mode, massive attack, primal scream, the cure, placebo, cypress hill, pulp, david sylvian, kurt cobain, nick cave, tom waits, michael stipe, kate bush, smog, sparklehorse, madonna, sinead o'connor, bryan ferry, pj harvey, come, lauryn hill ya da topluca "onlar" ki kim olduklarını bildiklerim...

maziye bak bir zamanlar pûr neşe, gördüğümüz her şelaleye kırmızı bir balık gibi atlardık
















inanmazsan gel sen de atla bak

Köşe yazarları "out" oldu, yaşasın şöhretli dobratörler

Lafı uzatmayayım, hemen medyatava'ya bağlayayım sizi...

Tuesday, July 03, 2007

Ben bu Top 5 olayını pek sevdim yahu!

Basındaki mazim epey eskidir ama köşe yazarlığım bundan üç sene öncesine dayanır. (Çok lazım ya bu bilgiler, bu yüzden veriyorum.) İlk olarak Birgün gazetesinde yazarak başladım köşe yazarlığına, sonra da Akşam'a geçtim. Akşam'daki ilk bir yılımda hiç bir yazımda resmim yayınlanmadı; bir karikatür olarak varlığımı sürdürdüm. (Hatta bu yüzden o yazıları benim gibi yeni biri değil de, başka bir yazarın takma isimle yazdığını düşünenler bile olmuştu.) Akşam'daki ikinci yılımda karikatürlükten kurtuldum. Tam "artık ben de adam olucam!" diye sevinirken, bu kez Akşam^dan ayrılıp Billboard'a geçtim. Billboard'un ikinci sayısından itibaren yine karikatüre dönüşmüş buldum kendimi. İşte Billboard'daki karikatür halim yukarıda. Beni tek mutlu eden olay; aynı dergide yazan şarkıcı Teoman'ın karikatüründe benimkinde daha çirkin çıkmış olması. Yoksa vallaha ben böyle çöpten bir adam değilim. Etli-butlu biriyim. (Herkesin aksine ben kilo almak isteyen ve fakat bir türlü 90 kiloyu aşamayan bir şahısım.) Her neyse... Billboard'un Temmuz sayısındaki köşe yazımda bu kez "Kadri kıymeti bilinmemiş şarkılar"ı sıraladım. İsteyen tıklasın okusun diye sayfanın jpeg halini de yazımın içine iliştirdim. Benden bu kadar...

Hayatla ölümün karşı karşıya geldiği an...

Medyatava'da 4 Temmuz tarihinde yayınlanan yazımın ilk paragrafını blog sayfalarıma alıyorum.

Bu satırları yazarken bir yandan zap’layıp durduğum yan taraftaki ekranda karşıma ha bire “Haberler” çıkıp duruyor. Haberlerin başında ise birkaç gündür; geçirdiği trafik kazası sonucu ağır yaralanan genç şarkıcı Barış’ın sağlık durumu geliyor. Sevgili Barış’la yüz yüze tanışmamış olsam da, birinci olarak bitirdiği “Akademi Türkiye” yarışmasından bu yana kendisini sık sık yazılarımda ele almışlığım vardır. Hiç kimse hakkında “hayırlı bir çift laf” etmeyen şu zehirli dilimden nasibini o da almıştı ne yazık ki... İşin ilginç yanı bu yazılarıma Barış’ın kendisi değil, onun sevenleri tepki göstermişler ve bana mail’ler atarak rahatsızlıklarını dile getirmişlerdi. Katıldığı yarışmanın ilk gününden beri o kadar çok hayranı, o kadar çok seveni oldu ki genç şarkıcının, bugün hastane kapılarının önünden ayrılmamaları bu yüzden hiç şaşırtmıyor beni. Barış’ın hayranları tarafından bu kadar sevilmesi beni de ilk günden beri oldukça etkilemiş bir durumdur. Hatta bu ilgi ve sevgi o kadar etkilemiştir ki beni, hiçbir sanatçı için yapmadığım bir şeyi yapmış, sırf onun sevenleri üzülmesin diye bir kolajla kendilerinden özür dilemiştim. Tabii bütün bunlar, hayatın ölümle karşılaştığı böyle anlarda gerçekten anlamsızlaşıyor. (Bu arada kazada hayatlarını kaybeden Barış’ın iki kız arkadaşına Allah’tan rahmet, ailelerine ise baş sağlığı diliyorum.)

Yolum uzun, şarkılar kısa... Ben n'apiim?

Billboard dergisindeki "konuk yazarlığım"ız sürüyor. Bu ay kendi sayfalarım dışında bir de Zeynep (Yayınoğlu) arkadaşımın hazırladığı sayfalarında yer alıyorum. 70 şarkıdan beşi benim tarafımdan seçilmiş durumda sizin anlayacağınız... Yazıyı basılı halde okumak isteyenler buraya tıklayabilirler. Yok ben ille de text'ini okuyacağım diyorsanız, o zaman burdan buyrun...

İŞTE BENİM TOP 5 YOL ŞARKIM:
YOU KNOW I’M NO GOOD – AMY WINEHOUSE
Bugünlerde yola koyulduğumda kulaklarımda sabit kalmasını istediğim tek şarkı. Amy’nin sesi, tıpkı Anita Baker, Alison Moyet ya da bizim Akrep Nalan’ın sesi gibi direkt içime işliyor benim. Şarkıysa ilk dinlediğinizde size tanıdık gelen ancak nereden tanıdığınızı asla bulamadığınız şarkılardan... Yani “kusursuz bir pop şarkısı”...
IN YOUR ROOM – DEPECHE MODE
Yola çıkmaya mecbursanız yapabileceğiniz en iyi şey “zevk almak”tır. Bunun için de kulağınızda sizi gaza getirecek, o anı yaşanmaya değer kılacak şarkıların olması en iyi çözüm olabilir. DM’un “In Your Room”u her dakika yükselen temposuyla bu şarkıların başında geliyor.
A SONG FOR THE LOVERS – RICHARD ASHCROFT
The Verve dağıldıktan sonra grubun solisti Richard Ashcroft pek de takdir edilmeyen bir solo albüm yaptı. “A Song For The Lovers” işte o albümün ilk şarkısı ve ne zaman dinlesem bana yola koyulma vaktinin geldiğini hatırlatır. Hayat kısa, yollar uzun, bir an önce sevmek lazım!
TIME IS RUNNING OUT – MUSE
Yolda giderken Muse dinlemek insanın iki farklı yöne dağılması için bire birdir. Yolunuzu çok çabuk katetmenize vesile olabilir; lakin gideceği yere varan kişi, yola koyulan mıdır, işte orası muallak!
GOD IS A DJ – FAİTHLESS
Yolların kısalmasını istiyorsanız Faitless şarkılarına başvurun. Sadece “God Is A DJ” değil, grubun diğer hit şarkıları da bu iş için biçilmiş kaftan sayılır. Hayat kısa, yollar uzun, hayatın ritmiyle dans etmek lazım!

Sevdiğim tek bir 'yar' var. O da Mesut Yar...

"Yar" kelimesine olan takık olduğumdan bahsetmiştim daha önceden. (Bahsettim... bahserrim... düşünün bakalım, hatırlayacaksınız...) İşte YAR kelimesini kullanmaktan hoşlandığım ender zamanlardan birine geldik: Mesut Yar arkadaşım duymuşsunuzdur, geçtiğimiz ay RTÜK tarafından Kanal 1'in başına getirildi. Kanal 1, hergün izlemeye doyamadığım "Bizim Evin Halleri" dizisine ev sahipliği yapmasından dolayı hayli önemli bir kanal benim için. Hani 100. bölümüne ulşatığında bitmesi için dualar ettiğimiz bazı diziler var ya; "Bizim Evin Halleri" TRT'deki bölümleri dahil neredeyse 1500. bölümüne gelmiş olsa da ben doyamıyorum ne hikmetse. Eski bölümleri her gün TRT 1 ve TRTINT'de çıkıyor karşıma, ikişer kez de Kanal 1'de yeni bölümleri dönüyor her Allahın günü... Ama ben ne zaman rast gelsem diziye mıhlanıp kalıyorum. Bu kadar mı doğal olur bir dizi, bu kadar mı gerçeklere uygun olur olaylar... Diziye emeği geçen herkese teşekkürler bu arada. Mesut'çuğum eminim bu dizinin kıymetini biliyordur ve hak ettiği özeni göstermeye devam edecektir. Mesut Yar'ın insanlara nasıl özen gösterdiğini, nasıl da incelikli bir insan olduğunu en iyi bilenlerden biri sayılırım. Kendisi 13 Aralık 2005 tarihli Vatan gazetesinin eki Gülümse'de benimle ilgili bazı tahminlerde bulunmuştu. Ancak benim beceriksizliğimi hiç göz önüne almamış olduğundan kehanetleri ne yazık ki boşa çıktı sayılır sevgili arkadaşımın... Her neyse Mesut Yar'ın Kanal 1'in başına gelmesi onu ekranlarda görmeye yazılı basında okumaya devam etmek isteyen benim gibi sevenlerine pek yaramadı sonuçta. Önce her sabah Star ekranlarında Türkiye'yi uyandırmaya, sonra da geçtiğimiz hafta sonunda Posta gazetesindeki TV yazılarına son verdi. Sevgili arkadaşım gazetedeki veda yazısında bile beni unutmamış, sağ olsun... Ama ben umutluyum; daha önce de kendisi "Bir daha asla TV eleştirmenliği yapmayacağım" demişti de geri dönmek zorunda kalınca ben de lafımı yapıştırmıştım "Bir daha asla asla deme" şeklinde... Umarım Mesut Yar, Kanal 1'de çok başarılı olur ve günü geldiğinde ait olduğu ekranların önüne ve kaleminin başına kendi isteğiyle geri döner. O güne kadar ben de ağzıma YAR kelimesini almam, bu da böyle biline!