Monday, November 26, 2007

Sıradaki roman türü “Facebook Profilleri” mi?

15 DAKİKALIK RÜYADAN ZİYADE BİTMEYEN BİR KABUS
Andy Warhol’un kehaneti tuttu, herkes meşhur olacağı bir 15 dakikaya nihayet kavuştu. (Yoksa 20 dakika mıydı? Bazılarının 15-20 dakikası da amma uzunmuş bu arada, farkında mısınız? Mesela “Selma- Unbelievable- Gürkan” üçgeni 15 dakikalık bir rüyadan çoktan çıktı da, 15 senelik bir kabusa dönüşecek yakında Allah nasip ederse... Bu konuyu aşağıdaki 40 Satır mücadelelerine bırakıp konumuza dönelim.) Biz 15 dakikalık şöhrete kavuşurken malûm; Andy Warhol da yaşarken arasının pek de iyi olmadığı Tanrı’sının rahmetine kavuştu 10 sene önce. Bu yüzden geleceğe dair kehanetlerde bulunma görevini mecburiyetten dolayı ben üstlenmek durumunda kaldım. (Mecbur olmasam ağzımı bile açmam, bilirsiniz. Ben de susarsam Medyum Memiş gelip burada da konuşur, o zaman görürsünüz gününüzü. Bu konuyu da aşağıdaki 40 Satır mücadelelerine bırakıp yineyeniyeniden konumuza dönelim. Konumuz neyse artık...)
İşte şimdi geleceğin edebiyat dünyasına dair bazı kehanetlerde bulunuyorum sevgili arkadaşlar; kağıt kalemleriniz hazırsa (ya da printer’larınız) söyleyeceklerimi bir bir not alın ki ileride “Sen bunları hep tahmin etmiştin, ne büyük adamsın ulan sen kerata” diyebilin. Geleceğin edebiyat dünyasında roman türünün dönüşeceği format belli olmuştur dostlarım... Bu yeni formatın adı Facebook Profilleri’dir. (Format deyince benim aklıma ister istemez “Baş formatör” Pelin Akad geliyor. Acaba BBG formatının artık tutmayacağının farkına bakalım ne zaman varacak Pelin hanım. Ayrıca türkü yarışmalarını ekip olarak beceremediklerini kabul etseler ne de güzel olur.)

FACEBOOK AÇILDI, KARTLAR YERE SAÇILDI
Dünyada silah icad olunca mertlik nasıl bozulmuşsa, sanal dünyada da Facebook online olduktan sonra edebiyatın bozulmaması mümkün değildir. Facebook, biliyorsunuz; bazı gazeteci arkadaşlarımız tarafından çoook önceden keşfedilmiş, ancak kısa sürede memleket insanımın ortak platformuna dönüşünce çarçabuk da “tu-kaka” olmuştur. (Hangi gazeteci arkadaşlarmış onlar, isim ver demeyin lütfen, ben dedikoduyu sevmem. Okuduğum tek gazete de Hürriyet’in Kelebek’idir bu arada...) (“Tu-kaka’cı” bu arkadaşların Michael Jackson’ın “ABC”den sonra bittiğini, Orhan Pamuk’un da “Cevdet Bey ve Oğulları”ndan sonra kayda değer bir şey yazmadığını düşündüklerini tahmin ediyorum. Ama tabii ki benimkisi sadece bir tahmin.)
Facebook’da ne var peki? Bu sitedeki yazıları okuyan herkes bunu gayet iyi bilir. İnsanlar kendi hayatlarını, en azından arkadaş diye bildiklerinin gözleri önüne seriyorlar. Kendilerine dair ipuçları veriyorlar, sevdikleri kitapları, şarkıları, filmleri vesaire vesaireyi belirtiyorlar. Fotoğraflarını koyabiliyorlar istedikleri miktarda, ki burası önemli o fotoğraflara arkadaşları bakarak yorum yazabiliyorlar. Ama en önemli kısmı “Friends List”, Facebook olayının... Kim kimin arkadaşıymış, nerede tanışmışlar, yemişler mi, içmişler mi, yoksa bol bol sevişmeişler mi herşeyi bu “Friends List”den takip etmeniz mümkün. Facebook’ta ayrıca günlük “mood”unuzu da not düşebiliyorsunuz. (Edebiyatın ‘günlük’ formatı da katılmış oluyor böylece kehanetimize.) Şimdi düşünelim beraberce;
Facebook’ta hayali bir kimlik yaratsak, onun “Friends List”ini kafamıza göre doldursak, onlara olası bir mazi yaratsak, mesajlarında insanlarla ilişkisinin boyutlarını sergilesek, sevdikleri kısımlara yazacağımız isimlerle “Ne dinliyorsun o’sun, ne okuyorsun şu’sun...”un altını doldursak, günlük mood ayarıyla olayın seyrini belirlesek ortaya “post’un post’u modernlikte” bir yapıt çıkmaz mı?

HAYATIMI UPLOAD ETSEM ROMAN OLUR VALLAHA
Demek ki Facebook sadece Poke’lamaca, vampir avlamaca, yan masaya yanar döner meyve tabağı göndermece değilmiş... Ben açıkçası hergün birkaç saatimi arkadaşlarımın arkadaşlarını, gelmişlerinin geçmişlerini, neler dinleyipkimleri sevdiklerini incelemekle geçiyor. Artık insan öykülerini öğrenmek için, hikayeyle bizim aramıza giren, kendini Tanrı katından bir oda kiraladığını varsayan, inandırıcılıktan uzak o varolmayan kişiye (ona ‘yazar’ da deniyor galiba) ihtiyacımız yok. Her hayat anlatıldığında bir roman olmuyor belki ama her hayat gayet de güzel bir Facebook Profili’ne dönüşüyor. Buradan yola çıkarak rahatlıkla kehanette bulunabilirim ki; yakın bir gelecekte roman olması için hayatlarımızı anlatmamız gerekmeyecek. www.facebook.com‘da bir profil sayfası açmamız yetecek.
(Bu arada sitemizde yayınlanan Facebook’da profili olan “genç köşe yazarları” arasında neden adımın geçmediğini merak edip soran arkadaşlara cevap vereyim. Efendim ben hem genç değilim, hem artık bir köşem yok farkndaysanız, hepsine ilaveten yazarlığım da kendimden menkuldür. Ama tabii ki benim de kendi çapında bir profilim var Facebook’da... Üstelik kimseden saklayacak bir şeyim olmadığı için umuma açık bir profil benimkisi. Bazı arkadaşlarımızınki gibi çok kıymetli bir profil değil benimkisi... Sadece profil!)

Tıkla bir de burdan oku...

40 Satır Ödülleri- 2007: 1. Tur 3. Karşılaşma

SELMA-GÜRKAN İKİLİSİ, MEDYUM MEMİŞ VE DİĞERLERİNE KARŞI

1-) DAYANIKLILIK:
SELMA-GÜRKAN: İnanılmaz derecede kuvvetli bir ikili çıktılar. Şaleler, Ahmetler, Sinemler unutuldu, Ata annesinden kurtulup Hakk’ın rahmetine kavuştu, ama onlar hâlâ bir sabah Dobra Dobra’dalar, bir sabah sabah da Seda Sayan’dalar. Aralarında ne evlilik bağı kalmış durumda, ne de uzun süre hamileyim diye idare eden Selma doğurmuş durumda. Ama gitmiyorlar işte ekranlardan, o kadar dayanıklılar ki gideceklerine dair umutlar da çoktan tükendi.
Puan: 10 kere 10.
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Her ülke halkı hak ettiği şekilde yönetilir derler ya; her ülke halkı diyemesek de bizim halkımız hak ettiği medyumlar tarafından yönetiliyor adeta. Zira hangi politikacının kapısını çalsak karşımızda burukacıyı değil medyumlardan bir memişi buluyoruz. Piyasada onlara danışmayan siyaset adamı, kariyerini onların kehanetleriyle yönlendirmeyen sanatçı bulmak epey zor. Biz onların yalancısıyız. Onlara göre yok. Yokmuş işte! Medyum Memiş, Medyum Recep falan olmasa bu ülke dayanabilir miymiş hiç ayakta? Dayandığımıza göre bu dayanıklılık onlara ait olmalı.
Bu yüzden dayanıklılık konusunda onlara da 10.

2-) HÜCUM KUVVETİ:
SELMA-GÜRKAN: Kavga etmekte epey ustalaştılar. Zaten tanıştıkları “izdivaç evi” de gayet hareketliydi. Bıçakları masalara saplayı saplayıveren bir kız verdi mesela adı unutulsa da görüntüleri hafızalardan silinmeyen... O evde bu yüzden hücum kuvvetlerini gösterememiş olsalar gerek Selma- Gürkan çifti. Ama bu eksikliklerini dışarı çıktıktan sonra sabah programlarında çok güzel telafi ettiler, ediyorlar ve maalesef daha uzun süre edecekler gibi...
Puan: 9
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Medyum Memiş’in hücum kuvvetini dünya alem biliyor. Kekeme olmasına rağmen medyumluktan şarkıcılığa kadar uzanan bir kariyerin altına imza atan Keto önce, kekeme olmamasına rağmen medyumluktan şarkıcılığa kadar uzanan bir kariyerin altına imza attıran Ayşın sonra olmak üzere Medyum Memiş’in hücum kuvvetine bire bir şahit olmuşlardı. Tabii bütün bu hücumlar kamera karşısında gerçekleştiği için bizler de bu şahitlikten yırtamadık.
Puan: 10 10 10.

3-) SAVUNMA MEKANİZMASI:
SELMA-GÜRKAN: Sürekli savunma halindeler. Özellikle Gürkan sadece Selma’ya karşı değil, aynı evde yarıştığı diğer “kendine göz koymuş” yarışmacılara, ailesine, özellikle büyük abisine, ve de ikizi Volkan’a, Selma’nın babasına, stüdyolarda yaşayan kronikleşmiş seyircilere, Seda’ya, Cenk’e, Şenay’a, Esra’ya ve bilumum “çıksa da karşıma şunu bi’ güzel suçlasam” diyenlere karşı da kendini savunmak zorunda kaldı. Ne için? Çocuk hâlâ işsiz, hâlâ takım elbisesini sırtından çıkarabilmiş değil. Üstelik hergün Selma’yı görmek zorunda. Ah! Gelin de bu çocuğu savunmayın, kolaysa...
Puanı: Gürkan’ı biz savunmak zorunda kaldığımız için bize 10, kendilerine 0 puan.
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Bir başka sürekli savunma hali daha... Medyum’un Memiş’i de, Recep’i de, Jülide’si de her daim tetikte olmak zorundalar, katıldıkları sabah programlarında... Özellikle Cenk Eren varsa zira, halleri duman oluyor çoğu zaman. Savunma pozisyonuna geçtiklerinde en büyük handikapları kendilerine danışan müşterilerinin isimleri verememeleri oluyor. Verseler bir daha gitmeyecek yanlarına, vermeseler “Atma Recep, din kardeşiyiz” diyorlar. Zor be dostum, medyumların işleri de zor. Hiç tahmin eder miydiniz gün gelecek biz de onları savunacağız diye... Tahmin ettiyseniz lütfen yarın sabahki kadın programlarından birine müraccat edin. Bizim gönderdiğimizi ve “çok iyi tahmin” ettiğinizi söyleyin. Ama dikkat edin koltuklardan birinde Cenk Eren oturuyor olmasın.
Puanı: Medyumları bile biz savunmak zorunda kaldığımız için bize 10, kendilerine 0 puan.

4-) NELERDEN TAHRİK OLURLAR?
SELMA-GÜRKAN: Gürkan, dişi olduğu takdirde uçan sinekten bile etkilenirmiş gibi geliyor bize. Evdeyken hemen her kız onun için “müstakbel gelin adayı” olmuştu. Sonunda Selma’yla yetinmek zorunda kaldı. Biz öyle olduğunu sandık daha doğrusu, zira tahrik olma halleri dışarıya çıkınca da devam etmiş diğer yarışmacılara karşı... Selma ise artık “aşmış” durumda. Hiç bir duygu onu ne yıkabilir, ne de tahrik edebilir gibi görünüyor.
Puanları: 10 ile 0’ı toplayıp ikiye bölünce 5.
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Medyum Memiş genellikle yumruk çakma mesafesinde bulunan şahıslardan feci tahrik oluyor. Ayrıca kendisinin diğer medyumlardan ne gibi bir farkı olduğu sorulduğunda tahrik olma halleri başgösteriyor. Aslında bu soru cümle medyum aleminin “ortak tahrik olma” sorusu sayılabilir. Zira bir medyum dahi gösteremeyiz ki; kendisi dışındaki medyumların “şarlatan” olduğunu düşünmesin. Hepsinin toplamını alıp, kendimizi de medyum ilan etmezsek bu düşüncenin doğruluk payı da ortaya çıkmış oluyor. Hesap karışık ama artık idare ediverin. Medyum alemi de en az bu hesaplar kadar karışık bugünlerde...
Puan: 10

5-) KİMLERİ TAHRİK EDERLER?
SELMA-GÜRKAN: Beni.
Puanları: Ben
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Cenk Eren'i.
Puanları: Cenk Eren.

6-) TARAFTARLARI:
SELMA-GÜRKAN: Selma’nın güvendiği isimler Seda ablasından başlıyor, Seda ablasının “dullama”larıyla genişliyor ve orada kalıyor. Seyircinin ve ailesinin pek taraftarı olduğunu söyleyemeyiz. Gürkan’ın taraftarı ise dediğimiz gibi uçan sineklerden başlıyor, otlayan ineklere kadar varıyor mu orasını pek göremedik.
Puanları: 3 buçuktan 2.
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Politikacılar, sanaatkarlar, zenaatkarlar, onların anneleri, nineleri, hatta yedi düvelleri, televizyon program yapımcıları, kendilerine köşe açan gazeteciler kesimi. Kısacası onları hak eden herkes.
Puan: Tabii ki 10.

7-) SANATÇI DURUŞU:
SELMA-GÜRKAN: Duruşları sanatçı olarak değil de daha çok sanatçıların arkasında oluyor. Ama elde malzeme sıfırken bu kadar gündeme gelebiliyorlarsa bu bile bir sanat değil midir? Mankenler bile sanatçı olmak için “iyi malzeme”ye sahip olmak zorunda kalmıyorlar mı? (Bu arada Ebru Destan yine albüm çıkarmış. Kendisinin bir önceki albümü için “dinlediğim en kötü ‘şey’ demiştim, demek ki büyük konuşmamak lazımmış.)
Puanı: 10
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Medyum Memiş’in duruşu ise Selma’yla Gürkan’ın aksine sanatçıların önünde gerçekleşiyor. Ama zaten o saçlarıyla kendisi de bir “artist” sayılır kanaatimce. Onun ‘sanatçı’ olma halini genelde ‘san’ (‘sen öyle san’ın ‘san’ı) ve ‘at’ (salla manasında) olarak ikiye ayrılmış olarak görüyoruz. Oysa dişini sıksa ‘fist-friend’leri Keto ve Ayşın gibi sanatın sahnede icra edilen merhalesine atlayabilir. Ama oraya atlarken o uzun pırasa misali saçları rüzgar yaratır diye de önceden önlem almak şart.
Puanı: 10

8-) GÜNDEM YARATMA KABİLİYETİ:
SELMA-GÜRKAN: Onların gündemde olması için gündemin onlar olması şart değil. Konu sıkıntısı çektiğinizde, Alihan’la kavgaya tutuşturacak adam bulamadığınızda falan hemen onlar gelsin aklınıza. Emin olun ki; bir kaç ay daha yırttınız. Yırttık, yırttınız, yırttılar...
Puan: Puansız
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Onlar gündeme değil, gündem onlara muhtaç! Bunu öncelikle kafanıza yerleştirin. Gündem dediğiniz gelir geçer ama Medyum Memiş ve ekürisi her daim ordalar. Fala mı baktıracaksınız? Burçlarınız size neler mi söylüyor? Aldatılacak mısınız, zaten çoktan aldatıldıysanız boşanacak mısınız? Hepsi onların işi. Ancak yanlarına gitmeden önce biz size Internet bankacılığını anlatmak istiyoruz. Biliyorsunuz artık web üzerinden hesaptan hesaba gayet kolay bir şekilde aktarma yapabiliyorsunuz. Hesap numarama gelince...
Puan: Kuponsuz.

9-) SON TAHLİLDE:
SELMA-GÜRKAN: Selma ile Gürkan bir daha denesinler. Eminim çok mutlu olacaklar. Hatta Selma hamile kalsın yine. Gerekirse sonra onu da düşürür, Gürkan’dan da ayrılabilir. Üç sene geçti geriye kaldı 12 yıl. 15 yıllığına şöhret olacaklarsa biraz daha aksiyon lütfen!
M.MEMİŞ VE EKÜRİSİ: Medyum Memiş, Recep Kaplan, Jülide Zenep aralarına Keto’yla Ayşın hanımı da alarak bir şov programı hazırlasınlar. Hiç değilse yaptıkları şovlar heba olmaz, bizler deekran karşısına geçer doyasıya güleriz. Medyum Memiş’le aramızda beyaz cam olacağı için de istediğimiz kadar yakın mesafeden hem de...

10-) SONUÇ:
Selma ve Gürkan maalesef ilk turda eleniyorlar. Demek ki onlara olan tahammül sınırımız Medyum Memiş ve ekürisine nazaran çok daha geniş. Eee ne demişler? Geniş geniş bir deniz, doyasıya medyumları izlemiş. (Giderayak böyle kötü bir espri yapmasam çatlardım vallaha.)

Tıklarsan devamı var.

Wednesday, November 14, 2007

40 Satır Ödülleri- 2007: 1. Tur 2. Karşılaşma

BÜLENT ERSOY VS. SEMA ÇELEBİ
1-) DAYANIKLILIK:
BÜLENT ERSOY: Zeki Müren’in karşısında geçirdiği yıllar içinde epey dayanıklılık kazandı. Ardından gelen 12 Eylül darbesi ve Kenan Evren bile onu piyasadan silemedi. Onu öldürmeyen her evliliği onu daha da güçlü kılıyor.
Bu kategoriden aldığı not: Fevkaledenin fevkinde 10 numero.
SEMA ÇELEBİ: İlk buz macerasında Tuğba Ekinci ile epey deneyim kazandı. “Çakma mahkeme”lerde yaptığı hakim rollerinde bu deneyimi çarçur etti. İkinci buz macerasında dişine göre bir rakip bulamadığından şimdilik Hasan Yılmaz ve Zeynep Mansur’la idare ediyor. Böyle giderse idmansızlıktan yakın zamanda bîtap düşecek
Bu kategoriden aldığı not: 3.

2-) HÜCUM KUVVETİ:
BÜLENT ERSOY: Rakiplerinin neresine diş geçireceği konusunda doğuştan istidad sahibi. Her vakit rakibini küçümseyecek bir noktayı arar bulur ve oradan saldırır. En büyük silahı notalar ve “unutmak”tır. Notaları hiç biz zaman unutmaz ancak karşısındakilerin isimlerini sıkça unutur. Unutmasa da unutur.
Notu: 10 10 10.
SEMA ÇELEBİ: Hücumda pek yetenekli değildir. Olmayan yeteneğini telafi edebilmek adına dersini evinde çalışır da gelir. Ancak “google” çağı elemanı olduğu için çalıştığı yerlerden soru gelmeyince genellikle çuvallar. O atını hazır edeyim derken, kaykayı alan buzu deler de geçer.
Notu: 3 buçuktan 3. (Orhan Gencebay usulü!)

3-) SAVUNMA MEKANİZMASI:
BÜLENT ERSOY: Hele bir suçlayan çıksın... “Neden orucunu iftardan 2 saat sonra 70 milyonun gözüne soka soka açtığından” başlar, neden “hepimiz Ermeni olamayız?”dan çıkar, sabaha kadar adamı karşısında hazırolda bekletir.
Notu: 10.
SEMA ÇELEBİ: “Tebcere dibin kara, seninki benden kara”dan ibarettir.
Notu: 7

4-) NELERDEN TAHRİK OLURLAR?
BÜLENT ERSOY: Onu tahrik eden şeyler genelde “etik” şeylerdir. Tahrik olduğu zaman genellikle ya gider evlenir, ya da şuh kahkahasıyla yeri göğü inletir.
Notu: 10 üzerinden 10.
SEMA ÇELEBİ: Istakozlar dışında onu tahrik eden tek şey kameralardır. Istakozlar için dalamayacağı deniz, kamera önünde olabilmek içinse kayamayacağı buz yoktur.
Notu: Vallahi de 10, billahi de 10!

5-) KİMLERİ TAHRİK EDERLER?
BÜLENT ERSOY: Karşısında yarattığı etki tahrik olmaktan ziyade tansiyon yükselmesine denk düşer. Sık sık tansiyonunu yükselttiklerinin başında nedense Mustafa Topaloğlu gelmektedir. Zamanında Zeki Müren ve Kenan Evren’in de tansiyonunu epey yükseltmişliği vardır. Bu da “uzaylılar”la arasında bir husumet olduğuna dair söylentiler çıkmasına yol açmıştır.
Puanı: 10
SEMA ÇELEBİ: Onun tahrik ettiği birine rastlamak, çölde bir kutup ayısıyla karşılaşmaktan daha zor bir durumdur.
Puan: 0 veremediğimiz için 1.

6-) TARAFTARLARI:
BÜLENT ERSOY: Popstar’cılar, alaturkacılar, alaturka popstar’cılar, Oya Aydoğan, Nur Yerlitaş ve Osmantan Erkır müzmin taraftarlarındandır.
Puanı: Başka şansımız olmadığı için 10.
SEMA ÇELEBİ: Buzda Dans programının prodüktörü Fatih Aksoy dışında onun tarafında yer alan birini bilen bize de haber versin.
Puanı: Sıfır nokta beşten 1.

7-) SANATÇI DURUŞU:
BÜLENT ERSOY: Etik açıdan yamuk olsa da, estetik açıdan fevkadelenin fevkinde bir duruşa sahiptir. Bir sanatçının ne kadar “abarabileceği” ve “kabarabileceği” konusunda eşi benzeri olmayan bir örnek teşkil eder.
Puanı: Bittabi 10.
SEMA ÇELEBİ: Ne sanatçısı?
Puanı: Ne puanı?

8-) GÜNDEM YARATMA KABİLİYETİ:
BÜLENT ERSOY: Gündem yaratmaz, gündem ondan yaratılır. Saçının telini sallasa gündemin ellisi, kaşını kaldırsa gündemin şiddetlisi hasıl olur. Öksürdüğünde sarsılacak zeminleri ise ne siz sorun, ne biz söyleyelim.
Puanı: 10 ve 10.
SEMA ÇELEBİ: Ateş olsa yakıp kavurabileceği; restoranlarındaki ıstakozların cürmüyle ölçülebilir. Gündem yaratmak için evinde ders çalıştığı rivayet edilir ancak henüz uygulamaya geçtiğine şahit olunamamıştır.
Puanı: 0.

9-) SON TAHLİLDE:
BÜLENT ERSOY: Siklamen kadar nadide, siyah ve beyaz kadar popüler bir renktir alaturkalılığımızda, bunu bilir, bunu söyleriz.
SEMA ÇELEBİ: Keçi boynuzu kadar tatsız, ıstakoz kadar gereksiz bir elemana ihtiyacımız olursa biz sizi ararız...

10-) SONUÇ:
Tüm kategorilerde tam puan alan Bülent Ersoy için bu seferlik 40 Satır kurallarını alt-üst ediyoruz ve onu her daim ekranlarda görebilmek için, bugünkü bütün satırlarımızı rakibine fırlatıyoruz.


Tıklarsan devamı var...

Monday, October 08, 2007

40 Satır Ödülleri- 2007: 1. Tur 1. Karşılaşma

İSMAİL TÜRÜT VS. MERİÇ ERKAN
1-) DAYANIKLILIK:
İSMAİL TÜRÜT: Kiloları sayesinde yıkılması mümkün değil… İki Kule’nin tek bedende vücut bulmuş hali de denebilir. Onun dayanma gücüne ne Aysel Gürel, ne de çift kişilik karyolalar karşı koyabilmiştir. Üzerine atladı mı ne yay bırakır karşısındakinde, ne de kaş.
Bu kategoriden aldığı not: Yıldızlı 10.
MERİÇ ERKAN: Ekranlarda onun için 10 kaplan gücünde derler. Altından Ahu Tuğba’yı çektiklerinde bile bana mısın demedi. Hatta onu öldüremeyen magazin programları onu daha da güçlü kıldı. Yüzündeki sırıtma hiç eksik olmadığından dayanıklılığından ziyade karşısındakinin dayanıklılığını daha mühim konudur.
Bu kategoriden aldığı not: Yıldızsız 10.

2-) HÜCUM KUVVETİ:
İ.TÜRÜT: Belden aşağı vurmakta üstüne yoktur. Rakibini yere seremezse fatihalardan yasinlerden destek alır. Onlar da yetmezse artık Allah ne verdiyse onunla girişir. Etki alanının Tarabya sınırlarını aşıp Etiler dolaylarına ulaştığı tespit edilmiştir.
Notu: 10
MERİÇ E.: Rakiplerini zıplamasıyla afallatır, dansıyla un ufak eder. Hücum kuvveti daha çok kadınlarda etkisini gösterir. Ya da Meriç Erkan bize öyleymiş gibi göstermekte… Hücumlarının hiçbir zaman golle sonlanmaması ise gayet enteresan bir durumdur.
Notu: 7 buçuktan 7. (Orhan Gencebay usulü!)

3-) SAVUNMA MEKANİZMASI:
İ.TÜRÜT: En büyük savunma aracı çenesidir. Bir açıldı mı canlı yayın manlı yayın (hatta kanlı yayın bile) dayanmaz karşısında… Hücum ederken tüketmemişse; fatihaları, yasinleri de kalkan olarak kullanmakta çekinmez. “En iyi savunma hücumdur” lafını düstur edinmiştir.
Notu: Çiçekli 10. (Ebru Gündeş stili.)
MERİÇ E.: Geçtiğimiz yıllarda bir kız kardeşi vardı onunla her gün ekranlara çıkıp, abisini sonuna kadar savunan… Şimdilerde de “aile boyu” gözükse de, önceden kapağı açılmış olduğundan, biraz havası kaçmış durumda. (Müjde Ar’ın gazozunu kastetmiyorum.) Hele “Stir Me Up”ın çalmadığı mekânlardaysa savunma mekanizması yerle bir oluverir.
Notu: 6

4-) NELERDEN TAHRİK OLURLAR?
İ.TÜRÜT: Tarabya’dan başlayan tahrik olma kuşağı, zaman zaman Etiler’e de temas etmektedir. Azınlıklar onun “yumuşak” karnıdır. Bu yüzden o kaslarını geliştirmiş ve karnının “yumuşak” taraflarına vuruldukça tahrik olmaktan çok tahrik etmeye yönelmiştir. Davut Güloğlu’yla aralarında nasıl bir tahrik frekansı mevcuttur, henüz çözene rastlanmadı.
Notu: 8 buçuktan 9.
MERİÇ E.: Onu tahrik etmek için Hadise şarkıları çalmanız kâfi gelecektir. “Stir Me Up” şarkısından daha çok zaaf gösterdiği tek şey kameralardır. Kamerayı gözünün içine soksanız bile bana mısın demez, daha çok yok mu diye hayıflanır. Her ne kadar karşısına çıkan her kadından tahrik oluyormuş gibi görünse de, ne demiş Mazhar Alanson (yoksa Biricik Suden miydi?) “Çok kadın hiç kadındır.”
Notu: 8 buçuktan 8.

5-) KİMLERİ TAHRİK EDERLER?
İ.TÜRÜT: Kısaca “Aklı başında olan herkesi tahrik eder” deyip geçmek en iyisi.
Puanı: 10
MERİÇ E.: Ahu Tuğba, Ahu Tuğba’nın kendisinden sonraki “aşkını 70 milyonun önünde ilan eden”i Eser bey, Ahu Tuğba’nın kendisinden önceki “aşkını 70 milyonun önünde ilan eden”i Gökhan Bey, kendisinin Ahu Tuğba’dan önce aşkını ilan etmiş olduğu hanımefendiler, kendisinin Ahu Tuğba’dan sonra aşkını ilan etmiş olduğu hanımefendiler ve en önemlisi TV midavimleri… Puan Fevkaladenin fevkinde 10.

6-) TARAFTARLARI:
İ.TÜRÜT: Temeller, Dursunlar, ozanlar, arif olmadan ağzıyla kuş tutanlar, o ağızla tutulmuş kuşlar, börtüler, böcekler, yumuşamamış sertçeler, karyola yastık takımları…
Puanı: 2 buçuktan 1.
M.ERKAN: Başta Savaş Kalafat olmak üzere bilumum magazin ve sabah sabah kadın programı yapımcısı, gezen tilki, uçan kuş, maraba televole –kulakları çınlasın-, Hadise’nin plak şirketi…
Puanı: Sıfır nokta beşten 1.

7-) SANATÇI DURUŞU:
İ.TÜRÜT: Ekran dediğiniz adamı 50 (yazıyla elli) kilo fazla gösterdiğinden, onun duruşu da biraz ekranlara sığmayan cinsinden sayılır. Duruşu bir sanatçıdan ziyade karşısındakini güldüremeyen fıkra anlatıcılara daha çok benzer. Allahtan kendisi komik olduğundan durumu kurtarmaktadır. Özellikle, ön tarafı sarıya boyanmış saçlarıyla yıllar önce çektirdiği ‘yumuşak’ Etiler pozu, onun sanatçı duruşunu çok güzel ifade etmektedir.
Puanı: Sınıfta kalır…
MERİÇ E.: Ne sanatçısı?
Puanı: Ne puanı?

8-) GÜNDEM YARATMA KABİLİYETİ:
İ.TÜRÜT: Her yeni albümüyle nükseden bir yeteneği söz konusudur. Albüm yapmadığı vakitler fıkralarda oynayıp gündeme geldiği de gözlenmiştir. Ortada zaten yaratılmış, hatta çiğnene çiğnene sakız olmuş bir gündem söz konusuysa bile ona ters gelir, tırıs gider. Her daim sifonu çeken kendisi olmak ister.
Puanı: 9 buçuktan 10.
MERİÇ E.: İncir çekirdeklerini pek sever. Ortada incir çekirdeği bulamadığı takdirde çekirdeği olan her şeyin içini doldurmaya bayılır. Kamera gördüğü andan itibaren –ki zaten kameraları görmek için onları önceden çağırmış olur kendisi- gündemin adı odur. İlgi çekmek yolunda yeni numaralar öğrenmek için elindeki fıstıklarla sık sık hayvanat bahçesini ziyaret ettiği rivayet edilir.
Puanı: 9

9-) SON TAHLİLDE:
İ. TÜRÜT: Onda bu taktik zekâsı, arkasında da fatihlerle yasinler oldukça onu değil Meriç Erkan, Karadeniz’in tüm hamsileri birleşse yıkamaz. Yıksa bile en-boy eşitliğinden biz fark etmeyiz.
MERİÇ ERKAN: En büyük talihsizliği ilk turda bu yılın en güçlü adaylarından biriyle karşılaşması oldu. Yoksa onda ki bu hiperaktiflik olduğu sürece; ne 40 Satır işler ona ne de 40 katır…

10-) SONUÇ:
İ.Türüt sekiz kategoriden topladığı 60 puanla, 41 puanda kalan Meriç Erkan’ı daha ilk turda sildi süpürdü… Onun önüne çıkacak olanın vay haline!

Tıklarsan devamı var...

Friday, October 05, 2007

Reality-yarışmalar oldukça, televizyon eleştirmenleri konu sıkıntısı çekmez kardeşşim!

“Türkiye’de siyasetçiler oldukça, mizahçılar konu sıkıntısı çekmez” geyiğini hatırlarsınız. Gerçi, televizyonlardaki yetenek yarışmalarına katılıp da “Hadi yavrum bize bir taklit yap” dendiğinde hâlâ Zeki Alasya’nın Süleyman Demirel taklidini taklit eden komedyen adaylarını gördükçe, bu ‘geyik’in aslanlar tarafından suya götürülüp susuz getirildiğine kanaat getiriyorum ya neyse bugünkü konumuz bu değil. Ayrıca burada da değil? Peki nerede? İşte burada...

Wednesday, October 03, 2007

Kırk Satırlık Kifayetsiz Muhterislik Manifestosu

Kendinizi duygu, sanat ve yaratıcılığın merkezinde hissediyorsanız…
Duygusalsanız ve fantezilerin, hayallerin merkezi olarak görüyorsanız…
Özlemlerin, heyecanların, tutkuların enerji merkeziyseniz…
Başkalarıyla olan ilişkilerinizde sempati ve antipati duyguları büyük rol oynuyorsa…
Kendinizi cinsel heyecan ve tutkuların, haz ve zevk güdümlü davranışların
sevk merkezi sanıyorsanız…
Yaşamınızda duygusal karakter belirgin vasıf olarak öne çıkıyorsa, tutku içinde ömrünüzü tüketiyorsanız…
Mevki hırsınızın, yüksek konum arzularınızın prestij, ilgi, şöhret ve kendinize hayranlık duyulması tutkularınızın kökeninde cinsel çekicilik ve cinsel arzuların tatmini yatıyorsa…
Davranışlarınızı toplum şuuru belirliyor ve özgür davranamıyorsanız…
En önemli değerleriniz gurur, onore edilmek, değerli bilinmek, itibar görmek, gösterişli, üstün ve başarılı olmaksa…
Gururunuzu okşayanları en yakınınız olarak hissediyor, hele toplum içinde incitenleri düşmanınız belliyorsanız…
Arzularınız bedensel ya da maddi değil psikolojikse…
Duygusal tutkularınızı ele geçirmede size engel olarak gördüklerinizden nefret edip, size yardımcı olanları sevdiğinizi zannediyorsanız, sevgi sandığınız zevkin peşindeyseniz…
Yaşamınızda sadece duygusal olarak çekildiğiniz şeylerle ilgileniyor, yalnızca onları biliyor, sevmediğiniz, çekilmediğiniz şeyleri yok sayıyor ve onlarla asla ilgilenmiyor ve bilgilenmiyorsanız…
En önemli kararınız bile duygusal sempati ve antipatiden kaynaklanıyorsa…
Siz hadiselere değil, hadiseler size hükmediyorsa…
Var olan bağımlılıklarınız, istek ve beklentileriniz bilincinize hâkimse ve uyanık olduğunuz zamanın çoğunu burada ve şimdi durumlarınıza surat asmak ve onları protesto etmeye ayırıyorsanız…
Kısacası tanrının onlarla olmadığını ve sizin yanınızda yer aldığını düşünüyor ve bundan da büyük bir zevk alıyorsanız;
Siz de benim gibi bir kifayetsiz muhterissiniz!

Affedersin sen hangi süperimin sıtarısın?

atv'nin "Süperstar" programı beni o kadar enterese etti ki tuttum bu birbirinden sıtar süperlerimiz hakkında yazdım da yazdım. Okumak isteyenler buradan buyursun...

Sunday, September 30, 2007

Ben takım adamı değilim ki, mahallenize taşınıp gol atayım

Geçtiğimiz hafta sonu Sabah'ın Cumartesi ekinde Sami Tosun adlı (ya da mahlaslı mı demeli? Tosun sülalesi pek geniştir ne de olsa bu memlekette...) bir arkadaşın yazdığı "Bu da bizim mahalle takımı" başlıklı yazıda adıma rastlayınca cevap vermeden edemedim. (Yoksa çatlamamı mı tercih ederdiniz?)
"Ulusalcı'ların, 'liberal'lerin takımı olur da, 'Ne olduğu belirsizler' ya da 'Ne olacağına karar veremeyenler'in takımı olmaz mı?" şeklinde başlayan yazıda Tosun Birader'in oluşturduğu yeni gazeteciler takımında adım "Internet medyasını atlamamak lazım; Medyatava'dan Atilla Aydoğdu pekala bizim takımda oynayabilir" şeklinde anılmaktadır. (Bu arada beni yazıdan haberdar eden i. cakir nickli arkadaşın mail'ine subject olarak "bir şey olamayanlar takımı" cümlesini tercih etmesi ne kadar manidardır, artık orasını takdir edemeyeceğim...)
Yazıda adı geçen diğer isimlerle aynı mahallede oturmadığımdan ve söz konusu satırların mes'ulü Tosun Birader'le herhangi bir umumi mekanda bugüne kadar hiç karşılaşmadığımdan dolayı, daha da önemlisi her hangi bir takımda yer alacak dirayetli bir kişiliğe sahip bulunmadığımdan kaynaklanan şahsi sebeplerle, her ne kadar yukarıda belirtilen tanımlamalar içinde yer alıyor sayılsam da, işbu takımda yer almaktan imtina ettiğimi beyan etmek isterim.
İstediğimi de beyan etmekte üzerime yoktur.
Ha bu da böyle biline!

Thursday, September 27, 2007

Öp beni öp beni öp... Doyasıya...


Ajda Pekkan'dan sonra sıra büyük olasılıkla Erol Büyükburç'a gelecek demiştim. O büyük olasılık gereği hakikaten de sıra Erol Büyükburç'un plak kapakları ve sinema afişlerine geldi. Nerede? Ah nerede vah nerede?

Memleketimden evvel memleketimin güzide dizileri muasır medeniyetler seviyesine erişti (ya da bana öyle geliyor)

Muasır medeniyetlere ulaşma yolunda Çetin Altan’nın memleketimiz için belirlediği hedeflerden biri de “köylerde piyano çalan kızlarımız”ın mevcudiyetiymiş… Bu hedefe toplum olarak ulaşmamız biraz vakit alacağından, yerli diziler bizim yerimize şimdilik gönüllü olmuş durumdalar. Artık memleketimin birbirinden kıymetli dizilerinde çocuklarımız gecenin üçü demiyor, sabahın beşini beklemiyor, oturuyorlar piyanonun başına, başlıyorlar hep aynı teraneyi terennüm etmeye... Nasıl mı? İşte böyle...

Dinlemek yetmez, bazen de müziği okumak lazım!

Billboard'un Ekim sayısında yayınlanacak olan köşe yazımı taze taze, daha basılmadan, sizlerle aşağıda buluşturuyorum. Böyle köşe yazarı bulmak kolay mı mirim? Ama kıymetini bilecek medya nerdeeee?

Müzik dinlemek varken, insan neden otursun da müzik üzerine yazılan kitapları okusun diyebilirsiniz. O arkadaşlar bugünlük kafadan izinli benden… Zira eline bir roman alıp okuduğu son 20 yılda görülmemiş biri olarak ben, müzik dinlemek kadar, müzik tarihi üzerine yazılmış kitapları da okumayı seviyorum. Hele o kitaplar ülkemizin hafif Türk pop tarihine dairse deymeyin keyfime…

Gençlere kötü örnek olmak istemem; ama dürüst olmak gerekirse epey uzun süre önce kitap okumayı bıraktım. Daha açıkçası; okumayı bıraktığım kitaplar, kurgulanmış olanları. Romanlar, hikâyeler ve özellikle de denemeler… Nedenlerini burada tartışacak ya da savunacak değilim. Benimle aynı görüşte olmayanlar gider istedikleri kitapları, haftada 2 çarpı ömür boyu hesabıyla okumayı sürdürürler. Bakalım son noktada okudukları kitaplar, okumadıklarının yanında hangi yüzdeyle yer alacak.

BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ, GÖRDÜN MÜ?

Hemen “kitap düşmanı” damgasını yapıştırıp ortalığı velveleye vermeyin. İçinizi rahatlatacaksa hemen itiraf edeyim; hâlâ okumayı bırakmadığım kitap çeşitleri mevcut şu hayatta. Mesela müzikle alakalı olan kitaplar hâlâ ilgimi çekmeye devam ediyor. Özellikle Türk pop müziğinin geçmişine ait belgeleri içinde barındıranları… Türk pop müziği tarihi deyince akla gelen ilk isim, bu işin tam anlamıyla “kitabını yazmış” biri yani Naim Dilmener geliyor. Onun 2003’te ilk baskısı yapılan “ansiklopediler kadar derin, çizgi romanlar kadar serin” kitabı “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”, ülkemiz hafif Türk pop tarihinin unutulmaya yüz tutmuş sayfalarını gün ışığına çıkarmıştı. Dilmener’in bu başucu kitabı bugüne kadar üç baskı yapmış olmasına rağmen toplamda sadece ve sadece iki bin kişiye ulaşmış durumda.

HÜR DOĞDUM HÜR YAZARIM, SANA NE?
Naim Dilmener’in birkaç ay önce yayınlanan yeni bir kitabı daha var: “Hür Doğdum Hür Yaşarım”. Müzik marketlerin kitap reyonlarında rahatlıkla bulabileceğiniz bu kitabında Dilmener, “Bilinen ve bulunabilen en fanatik hayranı” olarak Ajda Pekkan’ın hayatını anlatıyor. Ajda’yı anlatırken, ülkemiz tarihinin son 40 yılına da bir güzel ayna tutuveriyor. Gerçi hayatının ele alındığı kitapta “sadece istediği şeyler”in değil, hatırlanmasını istemediklerinin de ortaya serildiğini gören Süperstar tarafından daha sonra mahkemeye de verildi Naim kardeşim ama ben eminim; o hayranı olduğu Süperstar’ını çoktan affetmiştir. (Herkes benim gibi ‘deve kini’ güdecek değil ya kendisine yanlış yapanlara… Dünyaya biraz da iyilik lazım!)

HEY GİDİ GÜNLER, HEY!
Naim Dilmener’in kitaplarını hazırlarken yararlandığı kaynakların başında hiç kuşku yok ki “70’li yılların en güzel müzik dergisi Hey” geliyor. Bilmeyenler için belirteyim; Hey, her hafta düzenli olarak yayınladığı Billboard listeleriyle ülkemiz insanını dünyayla buluşturmayı başarmış bir dergiydi. Hey’i hiç görmemiş Billboard okurları için hemen müjdeyi vereyim: Derginin son genel yayın yönetmeni Hulusi Tunca, bu ay piyasaya bir kitap çıkarıyor. 20 Eylül 1976 tarihli Hey’in kapak olarak seçildiği kitabın adı: “Hey Gidi Günler Hey”. Kitapta o yıllarda Hey’de yayınlanmış “Hulusi Tunca röportajları” kronolojik olarak sıralanmış. Ama sadece bununla yetinmemiş Tunca, o röportajların arasına zaman zaman “Back To Future” yöntemi uygulamış ve günümüzden notlar yerleştirmiş. Ayrıca her röportajın altına o haftaki Hey listelerinde ilk 10’da yer alan şarkıları da sıralamış. Alt başlık olan “Bir Best Offf Çeksem: 70’li Yıllar”dan da anlaşılacağı üzere kitap 70’li yılların yazılarıyla sınırlı. Umarım en kısa zamanda 80’li yıllardaki yazılarını da gün ışığına çıkarır sevgili Hulusi ağabey…

Tuesday, August 28, 2007

Geçmiş Zaman Portreleri -1 : Yeşim Salkım


Akşam Gazetesi'ndeyken pazar günleri her hafta bir ünlünün portresini yazmıştım bir süre... O yazıların çoğunluğu gazetenin web sitesinde yer almıyor bugün... Ben de onların 24 saatlik ömrü olan bazı kağıt parçalarının üzerinde kalıp unutulmasını pek istemiyorum sanırım. Bu yüzden arayıp buldukça onları sırayla bu başlık altında buraya aktaracağım. O yazıların her biri için yaptığım kolajları da bu sayfalara taşıyorum. İlk olarak güncelliği vesilesiyle Yeşim Salkım hanımın portresi geliyor. Aslında kendisi hakkında birden fazla portre çizmişliğim var. Sıraları gelirse onlar da buraya aktarılacaklar.

Her daim hacıyatmaz, her daim Yeşim Salkım

Yeşim Salkım döndü. Yine döndü, yeni döndü, yeniden döndü. Bu kez başrollerinden birini üstlendiği Seher Vakti dizisiyle döndü aramızda. Ama asıl dönüşü bugünlerde piyasaya çıkan Ayna adlı albümüyle olacak. Ayna’nın sahibi o olunca, aynada ondan başkasını görmek mümkün mü? Arada bir yok olmasıysa, her hacıyatmazın arada bir yere eğilmesinin yarattığı illüzyondan başka bir şey değil.

Perihan Mağden su yüzüne çıkarmamış olsaydı belki seslerini bu kadar anlaşılır işitmeyecektik ama bu memlekette her daim bir “Babasız Kızlar Korosu” vardır, var olacaktır da.. Ama sanmayın ki onlar, Mağden’in insan ruhunda ağır hasarlar yaratan şiirinde olduğu gibi “Babamız bizi sevmedi/ Çirkiniz çirkiniz” diye diye dolanıyorlar çevremizde... Ömür boyu devam eden bir “Dünyadan bîhaber liseli kız sendromu”dur onlarınki. Ne derseniz deyin onlar hakkında, hemen cevabı yapıştırırlar: “Hayır, hiç bileeee... Söylediğinin tam tersi....” Çünkü onların ağzından “Ben, hoş, güzel bir kadınım. Kendimi çok beğenirim. Güzelim, akıllıyım, zekiyim” dışında bir laf almaya muktedir bir “Maestro” henüz gelmemiştir bu diyarlara...

Yeşim Salkım, sayanları varsa kaçıncı kez olduğunu biliyorlardır, aramıza geri döndü. Son gidişi daha dünmüş gibi geliyor olsa da bazılarımıza, ama bakın o işte yine aramızda! Bu kez “daha bizden”, “daha hâlden anlar” gibi, daha “gönüleğen” bir havası var. Bu kez bedeli aylık bir milyar 800 milyon lira da olsa kirada oturuyor. Bu kez “daha sakin”, “hırslarına daha az teslim olmuş” izlenimi yaratmaya hevesli. Zaten maddi dünya ne ola ki? O artık Kuran okuyor, namaz kılıyor ve dahi kendisine seccade bile “satın almış” durumda. Ama ah şu “kolektif bilinç dışı”nın olduk olmadık yerde patlak veren çığlıkları yok mu? Bir köşeye saklanmış Yeşim Salkım’ı bekliyor olmalılar, başı sıkıştı mı kendisine eşlik edebilmek için: “Babamız bizi sevmedi/ Cümlenizin hakkından geliriz”.

Yeşim Salkım’ın adı bugüne kadar birbirinden varlıklı dört-beş insanla anıldı. Bunların içinde en “malûm”u Hakan Uzan. Uzan İmparatorluğu’nun sabık liderlerinden biri yani. Hani şu insanları “robot oyuncak köpekler”le filme aldığı iddia edilen ailenin küçük oğlu. Hani şu “şarap mahzeni” yerine “şarap madeni” sahibi olmak istemiş kişilerden biri. Yıllarca birlikte çalıştıkları kişilere kan kusturduğu iddia edilen bir ailenin “küçük” mirasçısı. Bu aileden, bu ailenin “en acımasız ikinci oğlu” olduğu varsayılan kişiden, sıyrık almadan kurtulmak ve dâhi giderken yanında götürdüğü her türlü ganimetin bir zerresini bile geri vermemek hangi babayiğidin harcı olabilir? Babanızın yiğit olması yetmez bu kudrete! Ancak “Babasız bir kız”, hadi bilemediniz “Babasının küçükken terk ettiği bir kız” olmak icap eder. Lakin o da gerekmeyebilir, sadece Yeşim Salkım olmanız yeter.

Yeşim Salkım bir şarkıcı nihayetinde. Ya da başlangıçta öyleydi demek daha doğru. Müzikseverlerin ismini gayet iyi hatırladığı bir müzisyenin, Dursun Salkım’ın kızı. Yeşim Salkım’ın adını, sesini ilk duyduğumuzda bile nakledilen bir vaziyet bu: Yeşim Salkım, Dursun Salkım’ın küçükken terk ettiği kızı. Bu “kişisel trajedi”den pay çıkarmak, bunu ısıtıp ısıtıp insanın önüne sürmek insanlık vazifesi değil elbette. Ama n’aparsınız ki insanoğlunu zayıf karakterli yaratmış yaradan. Birinden korktu mu, çıkarıveriyor zulmünü, geçiriveriyor karşısındakinin pençesine. O hiç inmeyen, karşısında kim olursa olsun aşağılarda süründüren “kaş darbelerini” gördü mü birinin yüzünde söylemeden edemiyor mütemadiyen, “gözünün üzerinde kaş var” diye...

O kaş ki hiç baş eğmiyor. Eğmesin, ne güzel! O kaş ki hiç yıkılmıyor, bir hacıyatmaz gibi hangi darbeye maruz kalırsa kalsın bir süre sonra tekrar yukarıya kalkıyor ve ha bire karşısındakine çatıyor. Sokaklarda büyüyen çingene çocuklarının çok sık hastalanmadıkları rivayet olunur. Çünkü sümüklerini yerlermiş doyasıya. İnsanın sümüğünde insan bünyesini mikroplara karşı dirençli kılan antikorlar mevcutmuş. Ya da buna benzer şeyler. Belki de insan kendi bünyesinden çıktığı insanlardan gelen zulmü sindire sindire, dünyanın zulmüne karşı daha dirençli oluyordur zamanla. Ama diren diren, nereye kadar? İnsan çektiği acıları bir kaş darbesiyle, bir ok misali yansıtmayacaksa çevresindekilere, direnmek neye yarar?

Eğer içinizde “onmaz bir yara”, “kapatılmayacak mazi boşlukları” mevcutsa, bu mevcudiyet sizi korkak kılıyorsa, sığınabileceğiniz tek şey “güç”tür. Bu gücü içinizde bulamıyorsanız, bu güce sahip insanları bulursunuz. Artık dört kişi mi olur, beş kişi mi, bunu sizin korkularınızla marifetinizin ters orantısı belirleyecektir; o insanların gücünü, kendinizin kılarsınız. Şarkı söylüyorsanız şarkınızı söylemek, plak doldurmak size yetmez plak şirketinizin olmasını istersiniz. Film çeviriyorsanız, film çevirmek size yetmez, “En iyi oyuncu olmak”, olamadıysanız “En iyi oyuncu ödülü almak” istersiniz. Ait olduğunuz “koro”nun size vokal yaptığı bir dövüş kulübünde ringde savaşıyor varsayarsınız kendinizi. Size yöneltilen her yumruk “çocukluk acılarınızın oluşturduğu pazılarınız”ı bulur karşısında, çocukken aldığınız darbelerin ördüğü zırha çarpar ve dahi sahibine geri döner. Çünkü bugüne kadar hiçbir hacıyatmazın yere yıkıldığı görülmemiştir bu civarlarda. Civar dediğiniz de siz ve aynanız ya da aynanızın gösterdiği siz ve sizin göründüğünüz aynanız...

O ayı yavrusu 'ben'im... Hayır 'ben'im! Yok daha neler asıl 'ben'im...


Bir takım insanlar tarafından sopayla dövüle dövüle öldrürülen ayı yavrusuna ithafen... Yukarıdaki resme ilaveten bir de buraya tıkladığınızda okuyabileceğiniz yazı var...

Sunday, August 05, 2007

Köşe yazarı olmanın yararları ve zararları

Bu ayki Billboard'da yayınlanan köşe yazımın (öhhö öhhö...) kesilmemiş versiyonu aşağıda yer alıyor arkadaşlar...

Liste yapmanın yararları ve zararları
Billboard’un dilimizdeki anlamı “ilan tahtası” demek, biliyorsunuz. “Kayıp aranıyor” ya da “Köpeğimi bulana gül bahçesi vaat ediyorum” tarzı ilanlar değil sözünü ettiğim… Bir şeylerin kendi aralarında tasnif edilip, sıraya dizildikleri sonuçlar... Bu ilan tahtasının adı “Billboard müzik dergisi”yse eğer, takdir edersiniz ki birbiriyle yarışanlar her daim şarkılar ve şarkıların yer aldığı envai çeşit eserler oluyor. Benim her ay birbiriyle alâkasız yapıtları birbiri ardına sıralamamın nedenine gelince… İşte o tarifsiz bir “görev aşkı”ndan kaynaklanıyor.

Bu ay listeleme hadisesini daha geniş bir çerçeveden ele alıp, olayı 10 yıllık dilimlere yaydım. Maksat bu satırları okuyanlara “Yuh artık! Onun hakkı değil, benim sevdiğim şarkının hakkıydı birincilik” dedirtmek. Listelerin en büyük yararı da budur zaten; polemik yaratırlar. Kimsenin zevki diğerininkine benzemez ne de olsa. Ortada kesin satış rakamları dahi olsa -ki ülkemizde bu kesinlik hiçbir zaman elde edilemeyen bir meseledir- ortaya çıkan sonuçların herkesi birden tatmin etmesi imkânsızdır. Bu yüzden her liste, biraz da kendini belirleyen(ler)in aynası sayılır.
Gelelim bu ayki listelerimin konusuna… Bu ay sizler için 1960’lardan başlayarak, günümüze kadar her 10 yıla damgasını vurmuş (bana göre tabii ki) yabancı şarkıları seçtim. (Gelecek ay kim bilir belki de yerli şarkılara yöneltirim oklarımı…) O şarkıların isimleri aşağıdaki beş ayrı zaman diliminin içinde yer alıyor. İnanmayacaksınız ama ilk kez bencillik yapmayacağım ve sizin de bu konudaki seçimlerinize kulak kabartacağım. İsteyen arkadaşlar, kendi listelerini yukarıda yer alan mail adresime atabilirler, isteyenlerse www. atillaaydogdu. blogspot. com adresine girerek bu yazının yer aldığı entry’nin altında göreceği yorum kısmına listelerini bırakabilir. Bu arada başka konularda da kendi listelerinizi yapıp bana gönderirseniz, ileriki sayılarda hem onları yayınlama fırsatımız doğar, hem de kim hangi konuya takıp üstüne bi’ güzel de sıralamış anlamış oluruz. Unutmayın; liste yapmak özgürlüktür arkadaşlar! Bu yüzden sıralayın gitsin…

1960’LAR: 60’lı yıllara damgasını vuran şarkı, doğal olarak hem o 10 yıla, hem de müzik tarihine damgasını vurmuş bir gruptan gelmeliydi. Ben de öyle yaptım ve The Beatles’ın “She Loves You”sunu seçtim. Bu şarkının Türkçe versiyonuna eski yerli filmlerde rastlayanınız olmuşsa “She Loves You Yeah Yeah Yeah” mısralarının nasıl da “Fasulye ye ye ye”ye dönüştüğünü gayet iyi bilir.

1970’LER: 70’li yılların, özellikle ikinci beş yıllık diliminde, insanlar gözleri parlak disko ışıklarından kamaşmış bir halde, sol elleri bellerinde, sağ işaret parmakları tepelerinde, çılgınca dans ettiklerini sanıyorlar, kısacası ne yaptıklarını pek de idrak edemiyorlardı. Diskoların tepesinde yer alan yanar-döner topların en çok ışıldattığı şarkı da bana kalırsa Gloria Gaynor ve hâlâ her yerde çalmaya devam edip duran şarkısı “I Will Survive” oldu. Bizim Süperstar’ımız Ajda ise, Fikret Şeneş’in harika Türkçe sözleri sayesinde bu şarkıyla “Bambaşka Biri” olup çıkıverdi.

1980’LER: 80’li yıllar kimine göre kabus, kimine göreyse eşi benzeri olmayan bir 10 yıl oldu. 80’ler tüm dünyada aynı anda hit olan şarkıların 10 yılıydı bir anlamda… Madonna’yı yeni yeni tanıdığımız, Michael’a global bir törenle taptığımız, Pink Floyd’dansa ufak ufak kaçtığımız 80’ler deyince benim aklıma gelen ilk şarkı “Billie Jean”… Söyleyense Maykılcaksınımız…
1990’LAR: 90’lı yılların tartışmasız galibi “Smells Like Teen Spirit” tabii ki. Nirvana üçlüsünün, erken kaybettiğimiz ve belki de bu yüzden sonsuza dek yakışıklı kalacak olan Kurt Cobain’in bu şarkısının üzerine koca 10 yıl içinde tek taş koymayı başaran sadece Radiohead çıktı belki ama bu ayki konumuz şarkılar ve Nirvana bu alanda her daim en büyük!

2000’LER: Henüz ilk yedisini devirmeye hazırlandığımız Milenyum’un ilk 10 yılında benim aklımda kalan üç-beş şarkının başında şimdilik “Crazy” geliyor. Gnarls Barkley’in, “sadece download edilerek listelerin başına yerleşen ilk şarkı unvanı”nı elinde tutan “Crazy”si, tıpkı Hababam Sınıfı müzikleri gibi yavaş çalınınca hüzünlendiriyor, hızlı çalınca insanı neşelendiriyor. Haksızsam siz söyleyin…

Vecihe çıkar sahneye... Ve-ci-he... Ve-ci-he...


Vecihe Aslan... Daha doğrusu 6 Mayıs 2007 tarihinden beri: Vecihe Aslan Sözeri... (Vecihe'nin Gökhan'la nikahlandıkları tarihi atlayıp cümle aleme rezil olmam ise alnımın karası olarak vücut tarihime geçmiş bulunmaktadır.) Akşam gazetesinin Hakk'ın rahmetine ermiş eki Pencere'nin son yazı işleri müdürü. Şimdinin Hafta Sonu dergisnin yazı işleri müdürü. Benim, kendisini çok çok çok, annesini ise daha daha çok sevdiğim canım kardeşim. Vecihe geçen hafta eski yaşından sıkılıp bir yenisine transfer olmak istediğinden biz de onu doyasıya pasta yiyebilsin diye Degüstasyon'a götürdük. (Yaşlar arası transferle pastanın alakssını kurmaya çalışmayın boşuna. Kurulabilseydi ben kurar size söylerdim.) O gecenin hatıralarını söz verdiğim üzere;(ki genelde tutmadığım bilinir sözlerimi) az sonra vereceğim linke tıkladığınızda açılacak sayfaya yerleştirmiş bulunuyorum. İşte veriyorum: Link. İlgilenenler sayfadaki resimlere de tıklamayı unutmasın, zire her biri kocaman kocaman açılacaktır yeni bir sayfada...

Açıklıyor ve uyarıyorum: Küresel ısınma en çok televizyon izleyicilerini etkileyecek

Ben ne diyorsam o! İnanmayan tıklasın ve okusun...

Sunday, July 22, 2007

Peki ama bu hangi "Zamanın Ruhu"?

Onlar, Batman & Robin’in soundtrack’i için yaptıkları şarkılarında "başlangıcın sona, sonun da başlangıca tekabül ettiği"ni ileri sürmüşlerdi. 2000 yılında sadece İnternet üzerinden yayınladıkları "Machina II"den sonra yollarını ayıran Smashing Pumpkins elemanları, kendi kehanetlerinin doğruluğunu ispat etmek için belki de, yeniden bir araya geldiler. Yeni albümlerinin adı "Zeirgeist". Yani "Zamanın Ruhu"… Albümü dinledikten sonraysa akıllara takılan soruysa şu: Peki ama bu hangi zamanın ruhu?

Smashing Pumpkins - Zeitgeist
Internet üzerinden yayınlanan ilk “bedava” sanal albümün sahibi olan Smashing Pumpkins’in yedi yıllık bir aradan sonra yayınladığı ilk çalışma “Zeitgeist”ı bugünlerde Internet’ten bedava indirmeye kalkarsanız işiniz zor. Grubun yeni plak şirketi The Matrix’teki sentineller gibi harıl harıl web sitelerini arıyor ve gördükleri her yerde albümün sanal âlemdeki yansımalarını imha ediveriyorlar. 2000 yılında benzer bir mücadeleye Metallica ve plak şirketi de girişmiş, o günlerin en popüler tartışmasına dönüşen Napster davasını kazanmış olsalar bile uzun vadede her şey Metallica’nın aleyhine işlemişti. Rock dinleyicileri kendilerinden çok plak şirketlerini düşünen grupları kolay hazmedemiyor anlayacağınız…
Smashing Pumpkins’in ‘comeback’ albümünün adı “Zeitgeist” demiştik… Zeitgeist Almanca kökenli bir terim. Anlamı “Zamanın Ruhu”na denk düşüyor bizim dilimizde. Genellikle sanat arenasında kullanılan bir kavram “Zeitgeist”. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru işle ortaya çıktınız mı, siz zamanınızı yansıtıyorsunuz, zaman da sizi ileriye yansıtıyor diyebiliriz kısacası… 90’lı yılların ikon isimlerinden Smashing Pumpkins’in doğru zamanda, doğru mekânda, doğru albümle bulunduğunu söylemek ise çok zor. “Zeitgeist”ta temas edilen her bir no(k)ta grup (ve sonrasında Bill Corgan’ın bizzat kendisi) tarafından bir daha üzerinde ot bitmemek üzere viran eylenmişti. Albümde yer alan 12 şarkının tamamının tek başına Billy Corgan’a ait olması insanın aklına ister istemez “Corgan, acaba ikinci solo albümünü yapmak yerine eskiden geçer akçe olan bir markanın ardına sığınmayı mı seçti?” sorusunu getiriyor. Albümü dinleyip bitirdiğinizdeyse gelip de kafanıza üç kere vuranın zamanın ruhundan çok, yolun sonuna geldiği halde gitmek bilmeyen bir hayalet olduğunun farkına varıyorsunuz. 5 üzerinden 2

Smashing Pumpkins'in önceki albümlerine dair ahkâm kesmeler Billboard Türkiye'nin 2007 Ağustos sayısında...

Monday, July 16, 2007

Dahiler Mars'tan, güzeller Venüs'ten... Jüri üyeleriyse muhtemelen çok uzak galaksilerden...

“Yasaklasak da mı seyretsek, seyretsek de mi yasaklasak” derken, “Güzel ve Dâhi” yarışmasının ikinci haftasında olaya dört kişilik bir jüri eklendi. Bize “Allahtan onlar kadar güzel değiliz” rahatlığı yaşatmayı hedefleyen programın ikinci haftasında bu kez güzeller değil, dâhiler başroldeydi. Jüri üyeleriyse her an rol çalmaya hazır göründüler. “Reality şov bağımlısı” bir TV eleştirmeni olarak (izlemekle yetinemediğinden) sizler için yazdım. (Yaparım arada böyle şeyler, siz bana bakmayın...)

Friday, July 13, 2007

Büyüksün Geogle!

Ahir zamanlar kılavuzu Google'a sık sık girip kendi adıma neler varmış kontrol ettiğimi söylemiştim. Bu kadar da "selffish" adamımdır yani... (Burcum da balık ne de olsa!) İşte böyle "gezelim görelim" turlarımdan birinde şu sayfaya rastladım. unique nick'li bir arkadaş şöyle demiş hakkımda (parantez içleri bana ait): "Korkunç bakışlı tv eleştirmeni, (zira gülersem ağzım açılır, ağzım açılırsa yandan yemiş dişlerim ortalığa saçılır diye kendimi kastıkça kasıyorum. Sadece TV'de değil, barda diskoda da yanıma gelip konuşmaya çekinir insanlar) yazılarında açtığı parantezlerle tanınır.. (Aaa! Külliyen yalan! Kim açıyor parantezleri hiç bir şekilde farkında değilim. Yalan söylüyorsam Bengü'nün şarkısı bu yazın hit'i olamasın hatta!) parantezle yazıya başladığı bile olmuştur.. (Yine yalan, yine yalan, yine yalan. Ben yazıyorum sadece sonra muhabir arkadaşlar masa başında kurguluyorlar laflarımı. O yüzden yani... Yoksa parantez- marantez sevmem, hatta ve illa da seveni de sevmem. Yalanım varsa Fatih Ürek'i bir daha hiç dinleyememeyim.) kendi ifadesine göre, eğer yazısının ilk paragrafında parantez açmamışsa o yazı sıkıcı olacaktır.. (Yazıyı arantezle başladık, parantezle bitirdik desene unique kardeşim. Unique nick'li bir- iki arkadaşım var ama sanırım sen bambaşka bir "bulunmaz hint kumaşısın"...)
Tabii sadece aleyhime işlemiyor Google hazretleri. Benim ennnnnn ennnnn sevdiğim insanların başında gelen, lakin şimdi uzak düştüğüm canım Nurdan Beşergil'in hazırladığı şu harika site de benim çoook eski bazı yazılarım yer alıyor. 90'lı yılların sonuna doğru çok gözde olduğu halde yayınına son veren web sitesi Araf'taki yazıları Nurdan üşenmemiş yeniden online eylemiş. Eline sağlık Nurdanım! O yazıları okuyunca eskiden ne de "içli bir çocuk" olduğumu siz de fark edeceksiniz. Ar damarım çatlamadan evvelki zamannlarda yazılmışlar. Şimdi otur da öyle bir yazı yaz deseniz hemen bir deve alıp antremanlara başlarım hendeğin başında...

Thursday, July 12, 2007

"Bakkal Şarkı" polemiğine son noktayı ben koydum...

İki yıl önce Gülşen’in “Of... Of...” şarkısına demediğini bırakmayan Bengü, şimdilerde Serdar Ortaç’ın “Bakkal şarkı” olarak nitelendirilen besteleriyle hit olmanın yollarını arıyor. Peki “Bakkal şarkı” nedir? Bütün bakkallar aynı müzik zevkine mi sahiptir? “Bu yazın hit şarkısı hangisi olacak?” Yine bir polemik... Yine bir son nokta... Ve ille de ben... İnanmayan buraya tıklasın, okuyup görsün... Yandaki kedi neyin nesi diye soran varsa, onlar da buraya buyursun!

Wednesday, July 11, 2007

İnsanlığa bir hizmetim daha olsun! E daha ne olsun?

Yıllardır üzerinde çalıştığım halde, bizim yerli dizilerin senaryoları gibi bir arpa boyu yol alamadığım bir işim var. Yola koyulurken Türk Pop Müziği'nin 40 yılını plak kapaklarıyla, diskografilerle, cicili bicili hazırlamayı düşünüyordum. Sonra olay dallandı budaklandı, ben duruma hakim olamamaya başladım. İşin ucunu bıraktım. Hayatımdaki hiçbir değeri, sahip olduğum hiçbir marifetimi, nakde çevirmeyi beceremediğim gibi bunda da çuvalladım. Ama elimdeki malzeme de öylesine CD'lerde, PC'lerde kayıtlı duruyor hâlâ. Blog sayfası açınca ben de "bari o güzelim kapakları buraya koyayım da, meraklısı olursa gelir bir gün bulur nasıl olsa..." dedim. Ancak onları bu ana sayfaya koymak yerine Heyoo adını verdiğim bir yan blog daha açmak daha pratik geldi. Türk Pop Müziği'nden seçtiğim ilk isimse Ajda Pekkan oldu. Ajda Pekkan'ın kendisine 40 yıldır pek ısınamamış olsam da şarkılarını severim. Özellikle sözlerini Fikret Şeneş hanımefendinin yazmış olduklarını... Yakın çevrem iyi bilir; bir kaç yıl uğraşarak bütün Ajda 33'lüklerinin CD boyutunda bire bir yeniden yaratıp onları Ajda BOX Set haline getirmişliğim de vardır. Ajda Pekkan'dan sonra sıra büyük olasılıkla Erol Büyükburç'a gelecek. Onunla ilgili anılarımı da bir dahaki sefere bırakıyorum. Bırakıyorum ama bıraktıklarım size emanet artık. Döndüğümde bıraktığım yerde bulamazsam hesabı sizden sorarım.

Friday, July 06, 2007

Banu Alkan bu filmlerin neresinde? Ya da Türk Sineması'nın...

Malûm Türk sinemasında Banu Alkan zirvede, geri kalanlarsa hep alt tabaka, hep alt tabaka... İnanmayan buyursun burdan yaksın.

Thursday, July 05, 2007

Hadi diyelim ki sen benim kim olduğumu biliyorsun...Peki bunların kim olduğunu da bilebilir misin bakalım?






soldan sağa, yukarıdan aşağıya sırayla: sixteen horsepower, black heart procession, talk talk, tindersticks, radiohead, mus, pixies, depeche mode, massive attack, primal scream, the cure, placebo, cypress hill, pulp, david sylvian, kurt cobain, nick cave, tom waits, michael stipe, kate bush, smog, sparklehorse, madonna, sinead o'connor, bryan ferry, pj harvey, come, lauryn hill ya da topluca "onlar" ki kim olduklarını bildiklerim...